İsrail saldırılarının ardından dünyanın dört bir yanında meydana gelen gösterilerde Mısır'a ve Mısır merkezinde ılımlı ülkeler olarak adlandırılan Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne yönelik talepler, protestolar oldukça fazlaydı. Bu protesto ve taleplerle gösterilerin kendilerine yönelmesinden rahatsız olan Mısır, protestoların yanlış adrese yöneldiğini iddia etmişti. Ancak Mısır burada hatalıdır, çünkü saldırının ilk günlerinde ve daha sonrasında bunun sorumluğunu Hamas'a yıkmaya çalışan tavrının yanında kuşatmayı tahkim eden tutumu olmasaydı insanlar Mısır üzerinde bu kadar yoğunlaşmazdı.

Ancak Arap dünyasının en büyük devletinden başka türlü siyasetler izlemesi gerektiğini söylememiz, bizim direniş (ya da direnç) ekseni dediğimiz ülkelerle ilgili durumun gözden geçirilmesini göz ardı etmemize engel olmamalıdır.  Direniş eksenine dahil olan ülkelerin en zayıfı (olan Gazze'deki Heniyye hükümeti), kendisine ve halkına yönelen hava saldırılarına karşı nefsi müdafaada bulunmasını mümkün kılacak hiçbir silaha ve savunma araçlarına sahip değildir.  

Gelişmelerin şaşırttığı eksen 

Sahip olduğu devasa askeri gücü ve imkanları nedeniyle, İsrail'in hezimetle sonuçlanan Lübnan'a saldırılarından bu yana yaygın kanaat, yenilginin getirdiği utançtan kurtulmak için en kısa sürede saldırıda bulunacağı ve yeni bir maceraya atılacağı yönünde idi. Bu süre içerisinde çevre ülkelerdeki direniş ekseni ülkelerine, özellikle de  Gazze'ye İsrail askeri operasyonlarının yakın olduğunu ihsas ettiren önemli gelişmeler oldu. Bu gelişmeleri sıralamak gerekirse:  

1. ABD'de askeri ve siyasi alanda, ardından da finansal ve iktisadi alanda yaşanan gelişmeler (özellikle direniş ekseni ülkeleri içerisinde merkez halkası diyebileceğimiz İran'a yönelik operasyonun ertelenmesine neden olan finansal kriz).. 

2. Lübnan'da Katar'ın arabuluculuğuyla meydana gelen barış görüşmeleri, genelde direniş eksenini özelde de Hizbullah'ı vurma gerekçesiyle Lübnan'a yönelik herhangi bir maceraya girmenin en azından şimdilik mümkün olmaması. Özellikle de bundan sonraki askeri saldırının sadece Lübnan'la sınırlı kalmayacağı yönündeki endişeler.. 

3. Suriye-Lübnan ilişkilerinin yanında Suriye-Avrupa ilişkilerinin Fransa'nın yardımıyla gelişmesi. Bu nedenle de İsrail tarafından büyük bir askeri operasyonun gerçekleştirilme ihtimalinin uzak görülmesi. Bunun yerine Türkiye aracılığıyla İsrail'le Suriye arasında ikili görüşmelerin başlaması.  

4. Arapların, bazen Filistinlilerin bölünmesi bazen de uluslararası anlaşmaları (!) gerekçe göstererek Filistin'in Gazze bölümünden neredeyse bütünüyle vazgeçmesi.. Özellikle de Mısır'ın İsrail'le yapılan geçersiz anlaşmalar bahanesine sığınmasıyla bir insanlık suçu olan kuşatmanın iki yıl boyunca sürmesi.. Böylece Gazze'ye yönelik bir askeri saldırının Araplar tarafından sadece klasik kınama ve kuru itirazlarla sınırlı kalmasının garanti altına alınması.   

5. Lübnan'daki yenilgiden sorumlu olan Olmert hükümetinin yolsuzluk ve fesat suçlamaları nedeniyle yargıya hesap vermek zorunda kalmasının bir sonucu olarak iktidar koltuğunu bırakmasının kesinleşmesiyle birlikte İsrail'de seçime girecek olan partilerin  seçmenlerinden alacakları desteği artırmak için savaşa ve kana ihtiyaç duymaları. Özellikle de Suriye ve İran'daki resmi yetkililerin tutumlarını değerlendirmek amacıyla sık sık televizyonlara çıkan askeri ve strateji uzmanları tarafından askeri bir operasyonun (yakın bir dönemde) muhtemel görülmesi.   

Koordinasyonsuz eksen 

Filistin direnişi, özellikle Gazze'deki yönetim, direniş ekseni ülkeleri içerisindeki en zayıf halkadır. Belki de Hamas yetkililerinin de dediği gibi İsrail saldırıları onlar açısından sürpriz olmuştur (İsrail tarafından ne kadar kamufle edilirse edilsin Hamas'ı saldırılarla ilgili hiç bir şey şaşırtmamalı.) ancak direniş ekseni içerisinde diğer devletler de bu saldırıyı beklememekte miydi?

Gelişmeleri takip edememek çok tehlikelidir. Bundan da tehlikelisi, belirli bir gelişme beklediği halde gerekli önlemleri almamak, bir başka ifadeyle saldırılara hazırlıksız yakalanmaktır. Şayet direniş ekseni ülkelerini birbirine bağlayan ilişkiler, eksen olarak isimlendirmekten uzak bir şekilde sadece, ülke politikalarını koordine etmek için ve hadiseler meydana gelmeden önce ortak bir tutum geliştirmek için yeterli değilse, öyleyse bu ilişkilerin değeri nedir?

Belki de direniş ekseni ülkelerini bu şekilde isimlendirme noktasında abartıya kaçıyoruz. Belki de bu eksen, belirli alanlardaki ortaklıklar nedeniyle (özellikle de kendilerine bir saldırı tehdidi yöneltildiğinde) siyasi ve güvenlik alanlarında bazı buluşmalardan ibarettir.

Belki de İran'n Filistin direnişine Suriye üzerinden silah gönderememesindeki coğrafi etken, tıpkı Lübnan savaşında da olduğu gibi belirleyici bir rol oynamaktadır. Yine aynı şekilde coğrafi amil, tıpkı Hizbullah örneğinde de görüldüğü gibi Suriye'nin sınırları açmasına ya da Filistin halkını kuşatmadan kurtarmasına engel olamamaktadır. Ancak siyasi ve gayri siyasi imkanlar, "savaş suçları"nın işlendiği bir saldırıda sadece silah göndermek ve sınırları açmaktan mı ibarettir? 

İran ya da Suriye, kuşatmayı yarma noktasında halkların ya da gayr-ı resmi kurumların veya uluslararası kuruluşların gerçekleştirdiği ölçüde bir faaliyette bulunmamıştır. Ne Suriye ne de İran'dan İsrail'in savaşa hazırlandığı sırada resmi düzeyde bir uyarı gelmemiştir. Ayrıca saldırının gerçekleştiği ilk anlarda resmi bir tavır da görülememiştir. Belki de Türkiye gibi ülkelerin tutumları, İran ve Suriye'nin halkların sokaklara dökülüp kızgınlıklarını ortaya koymasından sonra ortaya koyduğu tutumlardan çok daha somut ve içerikliydi.  

Farklı derecelerdeki işbirliği 

Suriye'nin Filistin direnişini evinde misafir etmesi ya da ülkesini onların bürolarına açması, ya da İran'ın Filistin direnişine yaptığı madde desteğin çok büyük değeri vardır. Ayrıca direniş ekseni ülkelerinin Filistin davasının tasfiye edilmesine engel olma noktasında ortaya koyduğu çaba ve verdiği mücadele hiç bir şekilde göz ardı edilemez. Ancak bunu teslim etmek, Gazze'ye yönelik saldırılar sırasında yapılan hataları değerlendirmeden bizi alıkoymamalı. 

Burada Suriye'deki yetkililerin, Lübnan savaşı sırasında diğer Arap ülkeleriyle ilişkileri kesme noktasına gelerek riske girdiğine işaret etmek gerekir. Kuşatma sırasında ve İsrail saldırılarına başladığında Suriye'nin sadece kınama ve birkaç gösteriye ev sahipliği yapmaktan ibaret tavrını sorgulamak gerekmiyor mu? 

Hatta Suriye'nin İsrail'le yapmakta olduğu doğrudan görüşmeleri askıya alması da tam anlamıyla ilişkilerin kesilmesi anlamına gelmiyor. Kaldı ki Suriye bu kararını, görüşmelere aracılık eden Türkiye'nin bundan sonra aracılık etmeyeceği yönündeki açıklamasının ardından verdi. Hatta saldırıdan birkaç gün önce Suriye, İsrail'le olan ilişkilerini dolaylı görüşmeler çerçevesinden çıkarıp doğrudan görüşmelere dönüştürebileceğini de açıklamıştı. Bu, diplomatik dilde her iki ülkenin de ortak bir zemin yakaladığı anlamına gelir. Ve son olarak Suriye-İsrail barış görüşmeleri ile bu görüşmeler sonucunda imzalanacak barışın "sıradan/normal bir barış" olarak nitelendirilmesine bakılmamalıdır çünkü bu barış, Filistin davası açısından Suriye'nin diğer Arap ülkelerinden bir farkının kalmaması ve gelinen noktanın aslında barış ve normalleşme dışında bir şey olmaması demektir.

Örneğin direniş ekseni ülkelerinin liderlerini dörtlü ortak bir zirvede bira araya getirecek bir toplantının organize edilmesi pekala mümkündür. Toplantıda savaşa hazırlık konusu ele alınır, geniş çaplı bir halk seferberliği düzenlenmeye çağrılır, işbirlikçilikle suçlanan Arap ülkelerini hareket geçirmeye zorlayacak ya da tutumlarını gözden getirmeye itecek kararlar alınırdı. Ya da bu tür resmi bir toplantı, direniş ekseni ülkelerinin dördüncüsü olan "kardeş" (Gazze'nin) saldırıya uğramasıyla birlikte acilen düzenlenir,  bir saldırmazlık paktı yani paktın üyelerinden birinin saldırıya uğraması durumunda diğer ülkelerin de saldırıya uğramış sayılacağı yönünde bir anlaşma imzalanırdı. Böylelikle siyonist düşman, paktın üyelerinin sınırda rahatsız edilme, siyasi olarak tavır alınma, görüşmelerin sürekli kesilmesi gibi yaptırımlara maruz kalırdı ve olayların mecrasından çıkmasına izin verilmezdi. 

Düşman, insanları öldürür ve ortalığını yakıp yıkarken, ılımlı ülkelerin (Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün) bir takım kınamalarına kulak vermesi beklenebilir mi? Peki İsrail, direniş ülkelerinin tavırlarından ne kadar etkilenir? Ilımlı olmayan diğer ülkelerden pek de farklı olmayan bir iki pısırık itiraza, klasik üç beş kınamaya kulak verir mi sanıyorsunuz?  

Kabul edilemez pazarlıklar ve yerine getirilmeyen müşterek görevler

Gazze olayları Arap ve İslam ülkeleri arasında bir pazarlığın konusu olmamalıdır. (İster bu falanca eksenin isterse filanca eksenin gündeme getirdiği bir konu olsun) ikisi de sunidir, yapmacıktır. Ancak pazarlıklardan kaçınılması, mevcut durumda en kötü olana razı olunması anlamına gelmez:  

1. İslami, milliyetçi ya da vatancı bir perspektiften bakıldığında Arap ya da Müslüman bir kişinin ya da bir ülkenin Gazze'deki kuşatmayı tahkim etmesi düşünülemez. Aksi taktirde aynı mantıkla bir başka tarafın da bu kuşatmayı dolaylı yollardan desteklemesi kabul edilebilir bir durum olur ki, bu mümkün değildir. Nitekim Avrupa Birliği, Filistin davasında tek yanlı ve tarafgir bir tutum içerisinde olduğu ve Suriye'den kendisiyle ilişkilerini ona dayatmadığı ve zorunlu bir şart olarak koşmadığı halde onunla tek yanlı ilişkiler geliştirmek (da bu kapsama girmektedir).  

2. Arap ve İslam ülkelerinin "arabuluculuk" siyasetleri ya da benzeri tavırları, bu arabulucular Gazze halkı ile İsrail'e eşit bir biçimde yaklaştıklarında, Filistin sorununun sadece Filistinlilerin davası olduğu, Arapların ve Müslümanların davası olmadığı gerekçesiyle kabul edilmemesi, başka çevrelerin de bölgede etkisi aynı doğrultuda olacak benzeri girişimlerinin de kabul edilebilir olmadığını teslim etmek gerekir. Bu tavır ise Filistin davasının desteklenmesinin sanki başka konularda karşı tarafa baskı uygulamak amaçlı bir koz olarak elde tutulduğu izlenimini vermektedir. Maksada ulaşılması durumunda destek kesilebilir. Filistin davasına bakış kabul edilebilir olmayan benzeri bir tavır çerçevesinde (yani Filistin'in sadece Filistinlilerin davası olduğu yönündeki  karar çerçevesinde) şekillendiği sürece bunun olmamasının garantisi yoktur. Böyle bir pozisyona düşmememin yolu da Müslüman halkların öfkesini absorbe edecek, kızgınlıklarını bastıracak politikalar ve sözlü kınamalarla yetinmekten değil, fiili ve pratiğe dönük  kararlar almaktan ve politikalardan geçer.  

3. Araplar arasındaki anlaşmaları ve ortak kararları hiçe sayarak ve Arap ve İslam ailesi diyebileceğimiz bir toplulukla olan ilişkileri yok ederek tarafgir "Uluslar arası toplum"u göz ardı etmemek gibi uyduruk bir gerekçeyle Camp David Anlaşması gibi geçerliliği artık kalmamış bir anlaşmayı kınamak gerekiyorsa, -ki gerekiyor- aynı şekilde Gazze'de yavaş ölüm anlamına gelen kuşatmanın bile mani olamadığı ancak Arap ve İslam halklarının sokaklara öfkeli bir şekilde çıkmasından sonra (o da bütünüyle değil sadece askıya alınmakla yetinilen) İsrail'le doğrudan ya da dolaylı görüşmelerin kınanması ya da ülke çıkarlarının Arap ve İslam aleminin çıkarlarının önüne geçirilmesinin de eleştirilmesi gerekir.

Gazze olayları, Amerika tarafından ister ılımlı isterse direniş ülkeleri olarak nitelendirilsin bütün Arap ve Müslüman ülkelerin verimli ve aktif bir çerçevede ortak dayanışma, yardımlaşma ve işbirliğinden oluşan bir dizi görevle onları yükümlü kılmaktadır..

Amerikan ve İsrail politikalarının çöküşe geçtiği bir dönemde herkesin bu eksen politikalarından kurtulması, bu eksenin dayattığı küçük çaplı ve etkisi sınırlı eksen dayanışması çerçevesinden çıkması gerekir.

İslam dünyasının bir köşesinden diğerine bütün Müslüman halkların buluştuğu ortak bir nokta haline gelen Gazze saldırıları, istisnasız bölgedeki bütün Müslüman ülkelerin bölünmüşlük haline son vermesi için tarihi bir fırsat sunmakta, ortak yüce maslahatı asli kriter; halkların iradesini ise özgücünün kaynağı haline getiren ve böylelikle çağdaş dünyada yerini alan ülkeler haline gelmelidir. Tek başına hareket etmenin ya da yabanı güçlere hizmet eden eksen politikaları çerçevesinde hareket etmenin ve egoist politikalar peşinde koşmanın bir geleceği yoktur.  

*Almanya'da mukim Suriyeli yazar

Dünya Bülteni için Türkçe'ye çeviren: İbrahim İslamoğlu