Osmanlı Devleti gibi, farklı dinden, farklı mezhepten, farklı etnik kökenden, farklı dillerden insanların genellikle dostane ilişkiler içinde ve çoğu zaman komşu olarak yaşadıkları bir devletin vârisi olan ve seksen küsur yıldır lâikliği rejimin temel ilkesi haline getirmiş bulunan Türkiye Cumhuriyeti'nde özellikle dinsel hoşgörüsüzlüğün bu boyutlarda olması ilginçtir.

Daha önceki bir yazımda (Zaman, 7 Nisan 2007) Doç. Dr. Ali Çarkoğlu ve Prof. Dr. Binnaz Toprak'ın gerçekleştirdikleri bir araştırmanın sonucu olarak, "Değişen Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" başlığı altında TESEV'ce yayımlanan araştırma raporunun bazı bulgularını tahlil etmiştim. Bugün aynı raporun, demokratik değerlere ve sosyal hoşgörüye ilişkin bulguları üzerinde duracağım. Demokratik değerlere ilişkin sorulara verilen cevaplar genellikle iyimserlik uyandırabilecek niteliktedir. Deneklerin çoğunluğu, demokrasinin diğer her türlü yönetim biçiminden daha iyi olduğu (yüzde 76,9), kişilerin kendilerini istedikleri şekilde ifade edebilme hürriyetlerinin hiçbir şekilde kısıtlanmaması gerektiği (yüzde 79,9), kişilerin istedikleri dini istedikleri şekilde yaşayabilme hürriyetlerinin hiçbir şekilde kısıtlanmaması gerektiği (yüzde 78,6), kişilerin anne-babalarından öğrendikleri anadillerini kullanma hürriyetlerinin hiçbir şekilde kısıtlanmaması gerektiği (yüzde 76,1), kişilerin hangi suçtan dolayı olursa olsun sorgularında hiçbir şekilde işkenceye tâbi tutulmamaları gerektiği (yüzde 73,2), radikal ve aşırı uçlardaki ideolojik gruplara kamu düzenini bozmadıkları sürece gösteri ve yürüyüş izni verilmesi gerektiği (yüzde 61,8) kanısındadır.

Bu sonuçlar, temel demokratik değerler üzerinde oldukça yaygın bir oydaşmanın varlığını ifade etmekle birlikte, "çoğunluğun fikirlerine tamamen karşı olan görüşlere tahammül etmek zorunda olmamalıyız" önermesine deneklerin ancak yüzde 19,8'i karşı çıkmış, yüzde 57,1'i ise destek vermiştir. Tereddüt uyandıran diğer bir bulgu da, "Türkiye'nin sorunlarını seçimle gelmiş hükümetler değil, askerî bir rejim çözebilir" önermesini, yüzde 54,7'nin reddetmesine karşılık, yüzde 26,8'in desteklemesidir. Askerî bir rejime bu oranda bir destek, şaşırtıcı ve yukarıda değindiğimiz diğer bulgularla çelişik niteliktedir. Tamamlayıcı sorular, bu bilmeceyi daha da karmaşıklaştırmaktadır. Nitekim, "silahlı kuvvetlerin kimi zaman seçimle işbaşına gelmiş hükümete karşı görüşlerini dile getirmesi doğaldır" önermesi, deneklerin yüzde 58,6'sı tarafından desteklenirken, buna ancak yüzde 18,4 karşı çıkmıştır. Benzer şekilde, "Türkiye'de halk ordunun desteği olmadan da lâikliği ayakta tutabilir" önermesi, ancak deneklerin yüzde 53,7'si tarafından desteklenmekte, yüzde 24,8 gibi oldukça önemli bir azınlık bu düşünceye katılmamaktadır. Bu bulgular, demokratik değerler lehinde ifade edilen genel tercihe karşılık, vesayetçi demokrasi anlayışının toplumda ihmal edilemeyecek bir desteği olduğuna ve bunun büyük ölçüde lâikliği koruma isteğinden kaynaklandığına işaret etmektedir. Askerî rejim tercihinin partilere göre dağılımı da şaşırtıcı niteliktedir. 'Türkiye'nin sorunlarını askerî bir rejim çözebilir' önermesine katılanların oranı, AKP'liler arasında yüzde 30,3, ANAP-DYP-GP seçmenleri arasında yüzde 32,8, MHP-BBP seçmenleri arasında yüzde 33,3, CHP'liler arasında yüzde 24,1, DEHAP/DTP seçmenleri arasında yüzde 12,4'tür. Askerî bir rejimden muhtemelen en çok zarar görecek olan AKP'li seçmenlerin yaklaşık üçte birinin bu önermeye destek vermesi, irtica tehdidine karşı en duyarlı olan CHP'li seçmenler arasında ise bu oranın daha düşük olması ilginçtir. Bu bulgular, demokratik rejim ve demokratik değerler konusunda belli ölçüde bir zihin karışıklığının mevcut olduğunu ifade eder niteliktedir.

Türkiye'de hoşgörüsüzlüğün bu kadarı...

Araştırmanın, demokratik değerlerle yakından bağlantılı olan toplumsal hoşgörü konusuna ilişkin bulguları da değişik yorumlara konu olabilir. Deneklerin yüzde 24,4'ü farklı mezhepten olan bir ailenin komşuluğuna, yüzde 28,2'si Kürt bir ailenin, yüzde 39,1'i Yahudi bir ailenin, yüzde 42'si Ermeni bir ailenin, yüzde 42,9'u Rum bir ailenin, yüzde 49'u dine inanmayan bir ailenin, yüzde 66,2'si eşcinsel bir çiftin komşuluğuna itiraz etmektedir. Eşcinsel çiftler hariç diğer kategorilerde çoğunluğun böyle bir komşuluğa itiraz etmemesine rağmen, itiraz edenlerin oranının hayli yüksek olması dikkat çekicidir. Osmanlı Devleti gibi, farklı dinden, farklı mezhepten, farklı etnik kökenden, farklı dillerden insanların genellikle dostane ilişkiler içinde ve çoğu zaman komşu olarak yaşadıkları bir devletin vârisi olan ve seksen küsur yıldır lâikliği rejimin temel ilkesi haline getirmiş bulunan Türkiye Cumhuriyeti'nde özellikle dinsel hoşgörüsüzlüğün bu boyutlarda olması ilginçtir. Hoşgörüsüzlük, sağ partilerin (AKP, ANAP, DYP, GP, MHP, BBP) seçmenleri arasında, CHP ve DEHAP/DTP seçmenlerine oranla hissedilir derecede yüksektir.

Toplumumuzdaki bu hoşgörü eksikliği başka bazı sorulara verilen cevaplarda da kendisini göstermektedir. Mesela deneklerin yüzde 69,8'i kızının Müslüman olmayan biriyle evlenmesine, yüzde 66,6'sı oğlunun Müslüman olmayan biriyle evlenmesine, yüzde 50,5'i kızının veya oğlunun başka mezhepten bir Müslüman'la evlenmesine karşı çıkmaktadır. 1999 sonuçları ile karşılaştırıldığında, kızının veya oğlunun gayrimüslimlerle evlenmesine itiraz edenlerin oranında bir miktar düşüş görülmüşse de, başka mezhepten bir Müslüman'la evlenmeye karşı çıkanların oranı yüzde 41,7'den yüzde 50,5'e yükselmiştir. Bu bulgu, Sünni-Alevi ayrışmasının derinleşmekte olduğunun bir kanıtı olarak kabul edilebilirse, endişe uyandıracak mahiyettedir.

Benzer şekilde, deneklerin yaklaşık yarısı, kiraya vermek üzere bir daireye sahip olsa kiracının dini bütün bir Müslüman olmasına da dikkat edeceğini (yüzde 50,9), kiralamak üzere bir daire aradığında komşularının dini bütün bir Müslüman olmasına da önem vereceğini (yüzde 50,0), mahallesinde aynı fiyatla satış yapan iki bakkal olsa dini bütün bir Müslüman'dan alışveriş yapmayı tercih edeceğini (yüzde 49,6), insanın arkadaşlarının dini bütün Müslümanlar olmasının önemli olduğunu (yüzde 50,5), ticarî hayatta dini bütün Müslümanların olmayanlara göre daha dürüst ve güvenilir olduklarını (yüzde 42,8) ifade etmiştir. Başka dinlerden olanlar arasında iyi insanlar olabileceğini düşünenlerin oranı, 1999'da yüzde 89,2 iken, 2006'da yüzde 72,2'ye düşmüştür.

Bu bulgular, toplumumuzun genel olarak hoşgörü, özel olarak da dinsel hoşgörü alanında alması gereken bir hayli mesafe olduğunu ortaya koymaktadır. Hoşgörü ve onun doğal uzantısı olarak farklılıklara saygı, demokratik siyasal kültürün en temel değerlerinden biridir. Unutulmamalıdır ki, demokrasi sadece bir kurumlar ve kurallar rejimi değildir. Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi, belki kurumlardan ve kurallardan da daha çok, demokratik değerlerin toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmesine ve içselleştirilmesine bağlıdır.