İktisatçılar ve siyasi karar alıcılar arada bir ‘İspanya krizi’ diye bir şey olmadığından dem vuruyor. Aslında süregiden karmaşanın tam ortasında toplanan üç büyük sorun var: Euro bölgesi dahilinde mali çöküş söz konusu; bu minvalde son yıllarda önce Yunanistan, sonra İrlanda hükümetlerinin finans piyasalarından fahiş faizlerle borç almaları engellendi. İspanyol emlak piyasasında erime var; bu da karşılığında bölgesel bankalarla devlet hazinesi açısından bir krizi tetiklemiş durumda. Ve son olarak, İspanya’nın işgücü piyasasıyla ilgili uzun zamandır devam eden bir sorun yaşanıyor; ülkedeki her beş çalışandan biri resmi olarak işsiz.

Zapatero’nun çabaları
Bunlar birbirinden ayrı üç alanda ve çeşitli dönemlerde farklı çözümlerin uygulanmasını gerektiriyor. Sorun şu ki İspanyol hükümetinin, Avrupa çapında yaşanan krizden dolayı son iki meseleyle kendi takvimi dahilinde iştigal etme şansı yok. Euro bölgesindeki mali yangını geriletme ve İspanya’yı yutmasını engelleme çabaları çerçevesinde Başbakan Jose Luis Rodriguez Zapatero, seçim vaatlerini çöpe atmak ve çok kısa vadeye odaklanmak zorunda kalıyor.

Bu basıncın kısa vadede azalmasını kimse beklemesin. Euro bölgesindeki basınç daha da arttı, zira uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s (S&P), Portekiz ve Yunanistan kamu borcuna yönelik notlarını düşürdü. Derecelendirme kuruluşuna göre Portekiz, şu anda ‘umutsuz borçlu’ statüsünün eşiğinde duruyor.

S&P’nin daha bir hafta dolmadan Portekiz’in notunu ikinci kez düşürmesinin sebebiyse şu: ‘Tek para birimi kulübünün’ kalan üyelerinin Portekiz’i kurtarmak zorunda kalma ihtimali artıyor. Gelinen noktada kendini gerçekleştiren bir kehanetin bütün emareleri görülüyor: Portekiz devletine 10 yıllık borç faiz oranı, hızla yükselerek yüzde 8 çizgisinin üzerine çıktı. Bu da Lizbon’u Dublin ve Atina’nın hâkim yoğun bakım bölgesine -ki piyasa faiz oranları şimdi yüzde 10’un üzerinde- Berlin’e olduğundan -ki 10 yıllık borçlarından yüzde 3.3’lük bir faizle kurtulabilir- çok daha yakın durumda.

Uzun ve çetin bir yolculuk
Son bir yıldır Zapatero, yatırımcılara İspanya’nın Portekiz’le, hele hele Yunanistan ve İrlanda’yla aynı kefeye konmaması gerektiğini kanıtlamak için çaresizce çırpınıyor. Hükümeti kamu harcamalarında başta planladığından daha keskin ve hızlı kesintiler yapıyor; gecikmeli bir başlangıcın ardından Merkez Bankası, sorunlu bankalara yönelik hızlı bir temizlik başlatmış durumda. Bugüne dek bu çaba, karşılığını bulmuş görünüyor –Madrid’e kredilerde faiz oranı yüzde 5.2- ki bu da piyasanın İspanya’nın kredi değerini Lizbon’la Berlin arasında bir yerlerde gördüğünün işareti. Fakat Portekiz pes eder ve ‘Beni kurtarın’ derse (gerçi işleyen bir hükümet olmadan bunu nasıl yapacağı ilginç bir zihin cimnastiği), yatırımcılar bir kez daha sırada Madrid’in olup olmadığını sormaya başlayacak. Bütün bunların utanç verici yanı şu: İspanya’nın sorunları büyük olsa da diğer Avrupa ülkelerininki kadar ağır değil. Hükümet son yılda borç alma kolaycılığına başvurmadı; aileler ve şirketlerse aldı. Evet, kamu borçlanması İspanya’nın şiddetli resesyonu sırasında bir hayli arttı –fakat bu büyük oranda vergi gelirlerinin doğal biçimde çöküşünden kaynaklanıyor. İspanya tahvil piyasası, haydutları kapısından uzakta tutmayı başarırsa, siyasi karar alıcılarının önünde bozulmuş bir ekonomiyi yeniden inşa etmek gibi devasa bir iş kalacak. Resmi rakamlara bakıldığında Euro bölgesinin en yüksek işsizlik oranı İspanya’da; bir grup işçi fiilen ömür boyu iş güvencesine sahipken, geri kalanlar kısa vadeli sözleşmelerle çalışıyor. Sonra İspanyol sanayinin rekabet gücünün zayıflığı ve çok düşük verimliliği gibi bir sorun da var. Üzücü gerçeklik şu: Madrid, Euro bölgesindeki mali yangına sürüklenmese bile, ekonomisini düzeltmek için uzun, yavaş ve çetin bir yolculukla karşı karşıya. (Başyazı, 30 Mart 2011)

Kaynak: Radikal