Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, geçen cuma günü yazılı basının Ankara temsilcilerine görüşlerini anlattı.
Hangi nedenle olursa olsun, durumun koşulları neyi gerektirirse gerektirsin, askerin siyasal tercihleri olmasının, üstelik bunu belli etmesinin sayılamayacak kadar çok sakıncaları olduğunu ve bunu Genelkurmay Başkanımızın bildiğine güvendiğimi daha önce yazmıştım.
ABD'yle ilgili bir soruyu "resmi görevim düşüncelerimi açıklamama
uygun değil" diye açıklamayan sayın Büyükanıt, Meclis'te grubu bulunan bir parti hakkında görüş açıklamaktan kaçınmayarak, "O siyasi partinin (DTP'nin) adını ağzıma almak istemiyorum" demiş.
Bu cümlesinden sonra, "Ben ayağımı frenden çekersem, toplumda infial ortaya çıkabilir. Herkesin bu konuda sorumluluğu var. Buna uygun davranmak lazım" cümlesini de eklemiş.
Demek ki, Genelkurmay Başkanımız, DTP üzerine konuşurken frene gerek görmüyor ve sonra da, "terörle mücadelede her zaman halkı ve teröristi" birbirinden ayırdığını söyleyebiliyor!
Maalesef devletin, siyasal iktidarın sorumluluğunda olmayan ayrımları bulunmaktadır ve bunlardan biri de Genelkurmay Başkanlığıdır. Bu durumda Genelkurmay Başkanlarının konuşmalarından Başbakan'ı sorumlu tutmak haklı ve gerçekçi değildir. Bu nedenle, sayın Büyükanıt'ın sözlerinin sakıncalarını Başbakan'a anlatma yolunu seçemiyorum.
"DTP'nin adını ağzıma almak istemiyorum" sözüne dönelim:
Önce şu inancımı söylemeliyim: Bana göre Türkiye'de, DTP'nin Meclis'te bulunmasının yararını bilmek durumunda bulunan bir kişi olacaksa o da Genelkurmay Başkanımız olmalıdır. Eğer sayın Büyükanıt bu görüşümün yanlış olduğunu düşünüyorsa, yapması gereken ilk iş, Başbakan'ına gidip, kendi doğrularının halka yaygınlaştırılmasını istemektir.
DTP'nin yanlışları ve doğrularını tartışmıyoruz, konumuz onların Meclis'te bulunması gereği ve yararıdır.
DTP'nin söylemesi istenenleri söylememesi veya söyleyememesi, onun silahlı mücadelenin yanında olduğunun ilanına haklılık kazandırmaz. Bu partinin içinde demokrasi var mıdır; ipleri tutma mücadelesinde kimler vardır, kimler partiye hâkim olmaya çalışmaktadırlar, parti içi iktidar mücadelesinde kim ileri gider, kim geride kalır?
Bunlar, cevabını benim bilemediğim sorulardır ama bildiğim, sorular şöyle veya böyle cevaplanıyor diye DTP'yi terörün kucağına itmenin, halkla terörü ayırmak ilkesine uygun olmadığıdır.
DTP'den gelen cevapta, "Bizim siyasi projelerimiz, PKK'nın değil, Türkiye'deki Kürtlerin çözüm önerileri olarak kabul edilmeli" denildikten sonra sorulmuş: "Biz yıpranırsak bizim yerimize kim güçlenir?"
Bu sözler, Köyişleri'nden emekli bir babanın okuttuğu, iki kardeşi kendisi gibi avukat, üç kardeşi öğretmen, biri mühendis olan 34 yaşındaki Selahattin Demirtaş'a aittir. Selahattin'in son kardeşi de, Muğla Üniversitesi'ndeyken, terör örgütü temsilciliğinden mahkûm olup cezasını çektikten sonra, şimdi DTP'nin başkanlığına seçilmiş Nurettin Demirtaş'tır.
Bu insanları terörü yönetenlere bırakmanın haklı yanını görebiliyor musunuz?
DTP bir siyasal partidir; muhatabı halktır, diğer partilerdir, hükümettir. Ne olursunuz, lütfen sistemin dışına çıkmayalım!
Kaynak: Radikal