Sonunda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim:
Çünkü PKK, DTP'yi ciddiye almıyor. Çünkü DTP'nin, Meclis Grup Başkanı Ahmet Türk'ün ifadesiyle "aynı tabanı paylaştığı" PKK ile ilişkisi tek yönlü. Yani DTP, PKK'nın siyasi çizgisi dışında bir inisiyatif geliştiremiyor. Diyelim operasyonlardan sıkışan PKK, askerin durmasını mı istiyor?

Bakıyorsunuz DTP 'Silahlar sussun kampanyası' başlatıyor. Peki DTP içinden birileri, belki seçmen talebi, belki kamuoyu etkisiyle PKK'nın silahlı mücadeleye son vermesi gerektiği, artık bu yolla sonuç alınamayacağını söylediğinde ne oluyor? Hemen bir yerlerden bir ayar veriliyor, konuşan siyasetçi aslında önce devletin silahı bırakması gerektiğini söylemek istediği yolunda bir 'özeleştiri veriyor'.

Dolayısıyla DTP'nin Türkiye'deki Kürt meselesinde muhatap alınmasının, diyelim İrlanda'da IRA ile konuşmak yerine yasal zemindeki Sinn Fein ile konuşmak, ya da İspanya'nın Bask bölgesinde ETA ile konuşmak yerine yasal zemindeki Harri Batasuna ile konuşmak gibi bir etkisi olmayacağı inancı hakim. Yalnızca Türkiye'de değil, örneğin Irak Kürtleri arasında da bu kanının yaygınlaştığı anlaşılıyor.

Yani DTP ile konuşmanın çözüme getireceği bir katkı yok, çünkü DTP'de böyle bir yetki yok. belki DTP'nin içinde PKK çizgisini gerçekten temsil eden unsurlar var, ama onlar da kendilerini çok çabuk deşifre edip oyun dışında kalıyorlar.

Bunları dün DTP'li Türk ile telefonda görüşürken düşündüm. Bir gün önce Kraliçe Elizabeth şerefine verilen davette ayaküstü konuşmuştuk; onun devamıydı. Türk, Irak Kürt liderlerine, 'Türkiye'deki Kürt sorununun çözümü için bir konferans düzenleme fikrini açtıklarını' anlatıyordu.

Türk'e göre, konferans fikrine Irak Kürtleri 'Yararlı olur' demişlerdi, o kadar. Tabii, şimdi bunu örgütlemek gerekiyordu. Bir Avrupa ülkesi olabilirdi.

Yani DTP, Irak Kürtleriyle bir Avrupa şehrinde oturup Türkiye'deki Kürt sorununun çözümüne ilişkin bir 'yol haritası' çıkarmayı düşünüyordu. Türk'e daha önce benzer çok girişimin olduğunu, sonuç vermediğini hatırlatarak, neyin değiştiğini sordum.

"Farklı süreçteyiz" dedi; "Silahla hak arama dönemi bitmiştir" dedi. Hemen "Devlet açısından da güç kullanarak çözüm aramak doğru değil" diye ekledi. İlk cümle aslında bir süredir Irak Cumhurbaşkanı (ve KYB lideri) Celal Talabani'nin kullandığı söylemdi ve PKK'yı hedef alıyordu.


PKK'nın DTP'yi ne kadar ciddiye alacağını, ne kadar kaale alacağını işte o zaman sordum. "Halkı, demokrasiyi ciddiye almayan bir düşünce tabii ki başarılı olamaz" dedi.

DTP'nin hükümet, asker tarafından Kürt sorununun çözümünde muhatap alınmaması şikâyetlerinin kaynağı bu olabilir miydi? Türk, "Ben öyle düşünmüyorum" dedi; "Sorun siyasetçilerin, hükümetin yeterince cesur olmayışında".

Faturayı PKK mı ödeyecek?
İşin başka boyutunda PKK'nın geleceği de bulunuyor. Türk, Irak Kürtleriyle Türkiye arasında gelişen ilişkilerin "Güvenlik alanıyla sınırlı olmaması" koşuluyla bölge barışına ve halkların kardeşliğine hizmet edeceğini, dolayısıyla olumlu bulduğunu söylüyor.

Oysa şu ara, temel işbirliği alanı güvenlik ve işbirliğinin hedefi de PKK. Çünkü Irak Kürtleri de, hem Barzani, hem Talabani, ilişkilerin gelişmemesi önündeki tek pürüzün Kürdistan Bölgesel Yönetimi bölgesindeki PKK faaliyeti olduğunu gördüler.

Bu durumda Türkiye ile Irak Kürtleri arasında ilişkilerin düzelmesinin bedelini giderek daha çok darbe yemeye aday PKK ödemeyecek mi?
Türk, "Tabii PKK'nın da bu süreçte kendisini gözden geçirmesi gerekir" diyor. "Bu konuda PKK'ya çağrı yapıyoruz."

İşte burada başa dönüyoruz. PKK'nın DTP'den gelen çağrıları ciddiye aldığı hiç görülmedi ki.

PKK'nın şu ara ciddi bir varolma sorunuyla karşı karşıya olduğu açık. Irak'ın Kuzeyi, başarılı sivil ve askeri diplomasi sonucu sağlanan işbirliği ile artık PKK içineskisi kadar rahat bir sığınma ve hareket alanı değil.

Öte yandan PKK oluşturduğu tehdidin ciddiye alınması gereken bir hareket. Bugün şalterleri kapasanız, tehdit oluşturmayacak düzeye sönmesi belki 10 yıl alır. İrlanda'da, İspanya'da barışçıl çözümler bulunmasına karşın etnik kökenli şiddet hareketinin bitmediği görülüyor. O nedenle, ne getireceği belli olmayan temaslara bel bağlamaktansa, "belini kırdık" hamasetinin ötesinde anlamlı ve ciddi adımlar atmak çözüme yaklaştıracak.

Kaynak: Radikal