Genel Başkanlık’tan istifa ettiğini açıkladığı andan itibaren, Baykal’ın geri dönmek için zemin hazırlayacağı ve Kurultay’da da “istemem yan cebime koy” kabilinden bir yolla koltuğuna oturacağı konuşuluyor. Konuşmak bir yana, Baykal’a yakın isimler bu istikamette gizlemeye gerek görmedikleri bir faaliyet yürütüyorlar.

Bir kez daha tekrarlayalım; müstafi Genel Başkan’ın karşı karşıya kaldığı durum belden aşağı ve çirkindir. Ama, bütün bu durumlarda olduğu gibi bir “ama...” vardır. Onun ne anlama geldiği ve bu durumda ne lazım geldiği de malumdur: İstifa!

Bir politikacı, bir ana muhalefet lideri varsayımsal olarak dürüstlük, toplumsal ahlak ve aile babalığı gibi kavramlar konusunda rol modeldir. Baykal’ın içine düştüğü hal ise bu üç temel kavram üzerinde güven sorunu yaratmıştır.

Nitekim, Deniz Bey de böyle düşünmüş olmalı ki hadiseyi şahsına yönelik bir “komplo” olarak nitelemesine rağmen, istifa etmekten başka seçenek bulamamıştır. Olayı kabul etmiş, kabul etmekle kalmamış yaşandığı tarihi bile ilan etmiştir. Bu, “Evet bir komplo var ama ben de hata ettim” demektir.

Yine de Baykal’ı istifaya sevkeden temel faktörün özel görüntülerden daha çok, kendisine yakın medya tarafından yalnız bırakılmak ve sahiplenilmemek olduğunu düşünüyorum. Eğer, yıllardır CHP liderinin her derdine koşan, ayağına batan her dikeni çıkaran gazeteler, gazeteciler, televizyonlar ve televizyoncular bu kez de aynı ezberden hareket etseler, Baykal görüntüyü kaseti umursamaz, istifayı da düşünmezdi.

Ama, şu anda da durum pek farksız gibi görünmüyor. “Deniz Bey, gerçekten istifa etti mi?” sorusu ağır bir muğlaklıkla siyasetin üzerinde sallanıp duruyor.

Peki, Baykal istifa etmeli miydi, yoksa umursamadan yoluna devam mı etmeliydi?

İktidar açısından bakılırsa bunu istemeyeceklerini tahmin etmek güç değildir. Her seçimde galip geldikleri, kolay alt edebildikleri, köşeye sıkıştırdıkları bir muhalefet liderini kaybetmek istememeleri de doğaldır. 

CHP açısından ise, görüntülerin ardından böyle bir yükü taşımanın güçlüğü ortadadır. Partililer liderlerine acırlar, yakıştıramazlar, üzülürler, kahrolurlar ama böyle bir hadisenin taşınmasındaki güçlüğü de bilirler. Taşıyamazsınız... Hele Türkiye gibi muhafazakar bir toplum yapısı içinde hiç taşıyamazsınız. O lider sizin partinizin yüzü olamaz. Gerçek budur.

“Peki,  o kamerayı yatak odasına koyan mı kazanacak?” diye sorarsanız da “evet”ten başka bir cevap yoktur. Dünyanın her yerinde, bu duruma düşen politikacılar kameracılarına mağlup olmuşlardır.

Evet...

Deniz Bey, bu saatten sonra geri dönmemelidir. Etrafındakiler, sevenleri, dostları, dava arkadaşları ve hatta seçmenleri O’nu amiyane tabirle gaza getirmemelidirler. “Sen bize lazımsın... Sensiz bu dava yürümez... Bizi bırakma” gibi teşvik cümleleri bugün yürekleri soğutur ama bir de yarınlar var.

Şimdi...

Baykal henüz tam olarak istifa etmemiştir, iki arada bir derede durmaktadır. İstifa eden lider ceketini alır, çeker gider. Milletvekilliğinden de ayrılır, geriye bakmaz.

Karşı karşıya kaldığı onursuz durumdan “onurlu” bir istifa ile kurtulma kararına yakınlaşan Baykal’ın yapması gereken de budur. Parti teşkilatını daha fazla zorda bırakmamak için köprüleri yakmalıdır. “Partim bana ne görev verirse hazırım” sözü ile açtığı yolu vakit geçirmeden kapatmalıdır.

Geri dönecek olursa, bundan sonraki kariyeri hep o görüntüler eşliğinde anılacak ve değerlendirilecektir. Bu çok ağır bir yüktür, sadece kendisini değil siyaseti de yaralar. Kimsenin şüphesi olmasın en çok da CHP’yi yaralar...

Tahminim o ki Baykal geri dönerse, bunu ne iktidar partisi ne de diğer rakipleri kullanır. Gerek de duymazlar çünkü arkası kesilmeyen manalı bakışların muhatabı olacak bir siyasi rakip işlerine gelir. Ama toplum kullanır, meydanlar kullanır, sokaklar kullanır, berber dükkanları, pazaryerleri, dolmuşlar, otobüsler, kahvehaneler kullanır.

Buna da kimse direnemez...

 

Kaynak: Star