Daha mürekkebi kurumayan uranyum takas anlaşmasının hemen ardından Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi yaptırım kararına evet oyu vermesi ciddi devlet tavrıyla bağdaşmazdı. O anlaşmanın garantörü olan Türkiye, arkasını döndüğünde İran’a yaptırım kararına destek verseydi, bundan sonra ne bölgede ne de dünyanın herhangi bir yerinde ciddi bir işe karışma imkanı bulamazdı.
Ankara, uzun yıllar sonra yeni yeni uluslararası arabulucu ve kolaylaştırıcı nosyonu kazanmaktadır. İlk ciddi denemede bunu berhava etmesi beklenemezdi.

Bununla birlikte elbette her kararın bir riski vardır ve doğuracağı birtakım olumsuz sonuçlar da olabilir ama sadece “hayır” kararı geride telafi edilmez bir güven sorunu bırakırdı. İran’da yapılan anlaşmayı bir diplomatik zafer olarak ilan eden Türkiye’nin önceki gün birdenbire bunu yok sayarak yaptırımlara el kaldırması söz konusu olamazdı.

Ankara’nın tavrı, ne olursa olsun itiraz da değildi...

Eğer ortada bir anlaşma olmasaydı ve bu da özellikle de Türkiye’nin arabuluculuğuyla gerçekleşmemiş olsaydı muhtemelen çekimser kalınacaktı.

Öte yandan, karara son anda itirazlarını kaldıran Rusya ve Çin’in yaptırım taslağını kendi ticari menfaatleri doğrultusunda delik deşik ettiklerini; yani, sonuçtan zarar görmemeyi garanti ettiklerini de hesaba katmak gerekir. ABD dışındaki ikinci ve üçüncü güçler de sonuçta olup biten bir fayda-maliyet analizinden ibarettir. Türkiye’nin fayda-maliyet analizinden çıkan ilk sonuç da güvenilirlik olmalıydı, öyle de oldu. Türkiye’nin tercihi İran’dan yana olmak değil, imzasının arkasında durmaktan ibarettir.

Peki imza aşamasına nasıl gelindi?

Kararın bir adım öncesine bakmak

gerekiyor.

Türkiye ve Brezilya, İran’la Viyana Grubu’nun arasına işgüzarlık olsun diye girmedi. Böyle bir konuda tek taraflılık ve işgüzarlık da olamaz zaten...

Peki, neden girdi?

Başbakan’ın ve Dışişleri Bakanı’nın sözlerinden anlıyoruz ki arabuluculuk talebi ve teşviki buna ihtiyacı olan ABD ve beraber hareket ettiği ülkelerden geldi. Sayısız açıklamayla bunu desteklediler de...

Ama anlaşma gerçekleşir gerçekleşmez sesler kesildi. Dahası, ABD, Rusya ve Fransa’nın oluşturduğu Viyana Grubu İran’ın gönderdiği mektubu günlerce beklettikten sonra tam BM Güvenlik Konseyi’nin kararından üç saat önce cevaplayarak reddetmeleri de kayda geçmelidir.

Belli ki Viyana Grubu, İran’la uranyum takası anlaşması isterken olumlu bir sonuç öngörmemiş, İran’ın masadan kaçacağı senaryosuna inanmıştı.

Peki Türkiye bu durumda ne yapacaktı?

Viyana Grubu bir oyun planı kurdu sonuç alamadı; o halde Ankara da itiraz etmeden buna dahil mi olacaktı?

Görünen o ki içinde nükleer silah riskinin, Amerika’nın, İran’ın olduğu bir oyuna karışmanın diplomatik bedeli, maliyeti vardır. O yüzden yaptırım kararının hemen ardından ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un Türkiye ve Brezilya’ya yaptığı diplomatik çabalara devam çağrısının da bir pazarlığı olmalıdır. Devam ama nasıl devam? Herkesin bildiğini okuyarak mı?

Türkiye’nin yeni dönem politikasının özeti, kendi dışındaki dünyaya kayıtsız kalmamaktır.

Yola çıktığınızda da birtakım riskler kaçınılmazdır. Sürat yaparsanız, kaza olabilir, yavaşlarsanız bazıları sizi geçebilir. Yağmur yağar, sis olur vs. Her şey yolunda gitse bile fırsat maliyetleri arasında bir tercih yapmanız gerekir ki o zaman da her kararın en doğru karar olması mümkün değildir.

Ama temel karar yolu çıkıp çıkmamaktır; Türkiye ise epeyidir yola çıkmış ilerlemektedir.

 

Kaynak: Star