Afgan seçim kampanyasını oy verme işlemlerinin hemen öncesine kadar iç karartıcı derecede karakterize eden oy pusulası satma, nüfuz kullanma ve aşiret dalavereleri içerisinden çıkartılabilecek hakiki bir seçim mücadelesi var mıydı? Cevap kesinlikle evet.
Adaylardan biri, Eşref Gani, sorunlara odaklı gerçek bir seçim kampanyası yürüttü ve seçilme şansının yavaş yavaş ortadan kalktığı zamanlarda bile tartışmaların kalitesini yükseltti. Ve de ülkeyi tanıyanlar, sadece Kabil'de değil, tüm Afganistan dahilinde; genç, çağdaş fikirli, şevk sahibi, çalışkan ve ortada Taliban diye bir oluşum ve isyan diye bir sorun olmasa dahi siyasî yaşamın önünde engel oluşturacak olan etnik bariyerleri aşmaya hazır bir orta sınıfın ortaya çıkmakta olduğuna inanıyor.
Bu genç insanlar, Taliban hükümetinin düşmesinden sonra 20'li yaşlarına ulaştılar. Ne Taliban'ın temsil ettiklerine ne de devlet yönetimi nezdinde toplumu şekillendiren tarih öncesinden kalma aşiret ve patronaj yapılarına bağlılık hissediyorlar. Aslına bakarsanız bunların ikisini de birbirine benzer ve birbirleriyle yakın ilişkide görüyorlar. Oylarını, adayların önlerine koydukları siyaset tercihlerine göre belirlemeyi arzu ederlerdi. Gani'nin alkışa şayan istisnası dışında, kendilerine böylesi tercihler sunulmadı.
Tek amaçları, seçimin ardından iş imkânı olarak kullanabilecekleri bir sonuç almak olan bir küçük adaylar güruhu var. Onun dışında, İsfahan'ı İran'dan geri almak isteyen popülist ve şoven Ramazan Başardost gibi tuhaf isimler, önemli oranda oy alabilecek birkaç isim daha ve atılım yapma umutlarını koruyan Gani var.
Kamuoyu yoklamalarına göre önde giden iki aday olan Hamid Karzai ve Abdullah Abdullah'ın programları, neredeyse anlamsız olma derecesinde genel. Seçim konuşmalarında beylik lafları birbiri ardına sıralıyorlar. Nasıl uygulanacağına dair tek bir ayrıntıya değinmeden vaatler dağıtıyorlar. Bunun tek istisnası, en iyi yaklaşımın yerel anlaşmalar mı yoksa Taliban'ın ulusal liderliğiyle pazarlıklar mı olduğuna dair gayet kısır bir tartışmanın yaşandığı Taliban'la görüşmeler konusu. Adayların iletmek istediği asıl mesaj, yanlarında yürüyen isimlerde, yani her önemli etnik gruptan devşirdikleri müttefiklerde somutlaşıyor. Hem gelecekteki çatışmaları engelleyecek hem de göreve seçilmekle birlikte gelecek olan iş imkânları ve paradan her bir etnisitenin payını alacağını sağlayacak olan bir etnik ittifakı gerçekleştirdiklerini göstermek istiyorlar. Bazı bölgelerde, ittifak, ihtiyatlı bir şekilde Taliban'ı da içine katıyor. Sorun, bu simsarlığın bazı son derece sevimsiz adamları iktidara yaklaştırmış olmasından çok, önde gelen her iki adayın da etnik bölünmeleri aşmak için hiçbir çaba sarf etmiyor olması. Daha ziyade, bu bölünmeleri, siyasetin yapıtaşları olarak görüyorlar.
Gani de, en azından entelektüel anlamda, önde gelen bir aday. Ancak az gelişmiş ve ihtilafçı toplumlara dair mürekkep yalamışlığı olduğundan, her bir aşiretin "büyükleri" arasındaki bu tür etnik anlaşmaların savaş beylerinin hegemonyasını güçlendireceğini, yolsuzluğu ve vurgunculuğu garantileyeceğini gayet iyi biliyor. Etnisitenin görmezden gelinemeyeceği, ancak günümüz Afganistan'da kullanılan koz olmaması gerektiği fikrinde. Seçim manifestosu haline gelen, ülkesinin nasıl kurtulabileceğine dair yazdığı kitapta kendisini kararlı bir şekilde neredeyse tam karşı kutupta konumlandırdı. Sadece siyasete odaklanan kitap, maden sanayiinin nasıl yeniden inşa edileceği ve medrese sisteminin iyileştirilmesi suretiyle eğitimin yaygınlaştırılmasından ileride elektrik ihraç etme ihtimaline kadar her konuda ayrıntılı planları içeriyor. Bu; değişmiş, uzmanlar tarafından idare edilen ve stratejik bir şekilde örgütlenmiş olan bir Afganistan vizyonu. Ama maalesef, önümüzdeki gerçekliğin çok uzağında. The Guardian 19 Ağustos 2009
Kaynak: Zaman