Başbakan Tayyip Erdoğan dün AK Parti İstanbul İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada iki önemli noktayı öne çıkardı.
Bunlardan birincisi, 'Kimse askerin arkasına saklanarak siyaset yapmasın' söylemiydi.
Bu sözler, bir gün önce Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un 'Artık Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden elinizi çekiniz. TSK üzerinden kendinizi siyasi tanımlama düşüncesinden ve gayretlerinden vazgeçiniz' çağrısını anımsatıyordu.
Genelkurmay Başkanı'nın bunu herhangi bir parti ya da gruba değil, asker üzerinden siyaset
yapma alışkanlığı edinen bütün parti ve gruplara hitaben söylediği açıktı.
Çünkü geldiğimiz aşamada, Türkiye'de asker üzerinden siyaset yapmanın bir değil, iki yönteminin bulunduğu artık görülüyor:
1- Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 1960, 1971, 1980'de yönetime doğrudan el koymuş olduğu gerçeğinden yola çıkarak 'Uygun davranmazsanız, asker yine darbe yapar, sizi biz de kurtaramayız' söylemi. Bu söylem 1996-1997 yıllarında 28 Şubat diye anılan süreçte hükümetin Necmettin Erbakan'ın elinden alınmasını sağlayan bir psikolojik harekâtın temeli olmuştur. Başbakan Erdoğan, dünkü Kongre'de bu yöntemin şimdi de CHP tarafından izlendiği imasında bulunsa da, o süreçte sağ siyasetçiler tarafından kullanıldığı biliniyor. Erdoğan'ın bu çerçevede CHP lideri Deniz Baykal'ın iddia edilen Ergenekon davası üzerine 'Sen savcıysan, ben de avukatım' demiş olmasını siyaset kürsülerinde daha çok malzeme yapacağı dünkü konuşmasından da anlaşılıyor.
2- Yine TSK'nın 28 Şubat dahil daha önce siyasete görünürdeki dört müdahalesinden yola çıkarak mevcut iktidara yönelik darbe, ya da müdahale niyetleri olduğu, dolayısıyla iktidarın etrafında birleşilmesi doğrultusunda yapılan siyaset. Doğrusu bu siyaseti yürütmek isteyenlere, bu durumda AK Parti siyasetçilerine TSK bünyesinden verilen ziyadesiyle malzeme mevcut. 2002-2006 döneminde olanlar şu anda iddia edilan Ergenekon davasının konuları arasında. Ama neler olduğu konusunda fikir sahibi olmak için dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün 25 Aralık 2008'de Radikal'de yayımlanan "Beni 28 Şubattakiler gibi davranmamakla suçladılar" açıklamalarına bakmak kâfi. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adaylığı üzerine 27 Nisan 2007'de Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'nda verilen 'e-muhtıra' dahi, asker üzerinden siyaset yürütmek isteyen bu cepheye yeterli malzeme veriyor.
Konuya dönersek, Erdoğan, ismini vermeden Baykal'a 'askerin arkasına saklanarak siyaset yapma' derken, aslında kendisi de aynı rüzgârla yelkenini dolduruyor. Askerin konuşmadığı, CHP'nin laiklik tartışmasını açmadığı 29 Mart 2009 seçim kampanyasında 22 Temmuz 2007 seçimlerinin ateşleyici unsurundan mahrum kalması Erdoğan'da bu ihtiyacı ortaya çıkarmış olabilir.
Erdoğan'ın dünkü Kongre'de öne çıkardığı ikinci önemli noktaya burada geliyoruz: "Kurumlar arasında güven bunalımı oluşturmaya yönelik gayretler, sadece taraflara değil, tüm Türkiye'ye zarar verir."
Saptama doğru. Erdoğan bunu Başbuğ'la konuşması ardından 16 Haziran'da Meclis'teki
AK Parti grubuna hitabında da söylemişti.
Erdoğan kendisini askerle karşı karşıya getirmek isteyenler olduğuna, PKK'ya karşı mücadelede askerle yakaladığı uyum ve diyalogu bozmak isteyenler olduğuna inanıyor.
Bunda haklılık payı büyük. Ama Erdoğan bu odakları bulmak için gözünü CHP'ye dikmiş durumda; başka yönlere bakmıyor, ya da o izlenimi veriyor. Yeni Şafak gazetesinde Yasin Doğan ismiyle yazan danışmanı Doç Dr Yalçın Akdoğan'ın 'AK Parti çevrelerinden de' bu tuzağa düşenler olduğunu -doğru olarak- saptamasına karşın Erdoğan kendisini bu çatışmanın içine itmek isteyenleri görmüyor olabilir mi?
Siyaset bu her şey mümkün. Nitekim son günlerde -Orgeneral Başbuğ'un 26 Haziran basın toplantısı dahil- bazı gelişmeler, Başbakan'ın deyişiyle 'güven bunalımı oluşturmaya yönelik gayretlerin' o kadar da başarısız olmadığını gösteriyor. Başbuğ'un 30 Haziran'da MGK'da Cumhurbaşkanı Gül ve diğer üyelere bu konuları açacağını ilan etmiş olması dahi, tek başına güven zedelenmesinin kanıtı.
Öncelikle Başbakan olması nedeniyle Erdoğan, ama onunla birlikte Başbuğ, Türkiye'nin yeniden hükümet-asker çatışmasıyla anılmasını istemiyorlarsa, kendilerini, dışarıdan ve kendi çevrelerinden tahrik etmeye çalışanlara karşın yalnız söylemde değil eylemde, Büyükanıt'ın deyimiyle sözde değil, özde dikkatli olmak zorundalar.
Radikal