Doğru bir davranış mı? Bir gazete bir ülkenin, kendi vatandaşı tarafından yasadışı biçimde indirilen neredeyse bütün gizli diplomatik yazışmalarını yayımlamalı mı? ABD Dışişleri’nin 250 bin yazışmasından ilk seçki Guardian’da yayımlandı ve bu, modern diplomasinin şeklinin değişmesi anlamına geliyor. Acar satıcılar istediği kadar aksini iddia etsin, artık güvenli elektronik arşiv diye bir şey olmadığı besbelli. Artık hiçbir kurum dijital iletişimi güvenli sayamaz.
Demokrasi için söylenen veya yapılanlar ilk bakışta kamu yararına gibi görünür. O demokrasi ‘dünya polisliğine’ soyunduğunda ise mesele küresel hale geliyor. Guardian belgeleri yayımlarken, WikiLeaks’in neyi nasıl yayımlayacağından bağımsız olarak, iki hususu göz önünde tutmak zorundaydı. Bireylerin veya kaynakların hayatı riske sokulamazdı; süregiden askeri operasyonları veya özel kuvvetlerin yerlerini açık edebilecek belgeler yayımlanamazdı.
Ortak standart belirledik
Bunun ışığında çifte kontrol uygulandı. ABD’ye önceden belgelerin içerdiği alanlar veya temalarla ilgili bilgi verildi ve ‘düşünceleri’ soruldu. Gelen fikirler göz önünde tutuldu. ‘Redaksiyon’un ayrıntıları bazı ortak standartlar belirlemek amacıyla, belgelerin servis edildiği diğer dört medya kuruluşu ve bizzat WikiLeaks’le paylaşıldı.
ABD, belgelerin sızdırıldığını aylar önceden biliyordu ve hassas bölgelerdeki çalışanlarını ikaz etmek için bol vakti vardı. Hafta sonu giriştiği korku tellallığı, aslında henüz yayımlanmamış olan belgelere aptalca dikkat çekti, Halbuki ‘çok gizli’ sınıfına giren bir durum yok; 3 milyondan fazla Amerikan yönetimi çalışanının belgeleri görme yetkisi var ve bunlara Pentagon’un dahili bilgisayar ağı üzerinden ulaşmak mümkün. ‘Sırların’ böylesine saçılması pervasızlık.
İfşa olan belgeler WikiLeaks’in daha önce yayımladığı Irak ve Afganistan savaş günlüklerinin çarpıcı, soğukkanlı doğrudanlığını taşımıyor; o günlüklerde savaşın etiğiyle bağını koparmış görünen askerlerin zihninde tüyler ürpertici bir gezintiye çıkmıştık. Son açıklananlar büyük ölçüde analizlerden ve üst mevki dedikodularından ibaret. Sansasyonel olan yönüyse, iktidarda olanların çürümüşlüğünü ve yalancılığını, yaptıklarıyla söyledikleri arasındaki uyumsuzluğu gözler önüne sermesi.
DNA iddiası çarpıcı
Vladimir Putin’in en sansasyonel kleptokrasinin başında olması, Suudilerin Amerikalılardan İran’ı bombalamalarını istemesi veya Pakistan istihbaratının Taliban’la can ciğer kuzu sarması olması gibi bilgiler pek az insanı şaşırtacaktır. Şimdi bunları Washington’ın da bildiğini biliyoruz. Amerika’nın Yemen’le ilgili düşündüklerinin tam içeriği bu ülkenin hükümetini hayal kırıklığına uğratabilir, fakat bu da şaşırtıcı değil. Pentagon’un bombardıman için mülteci kamplarını hedef aldığı doğruysa, herkes bundan kaygı duymalı. Silah anlaşmaları için bazı yabancı generallere verilen paralar da Kongre üyelerinin merakını çekebilir.
Medyanın işi muktedirleri utanç verici durumlardan korumak değildir. Amerikalı casuslar BM yöneticilerinin DNA biyometrilerinin peşine düşüp BM kurallarını ihlal ediyorsa, bunu bilmek o insanların hakkıdır. Britanyalı seçmenler Afgan liderlerin Britanya askerleri hakkında ne düşündüğünü bilmeli. Amerikalı ve Britanyalı vergi mükellefleri, Afganistan’a yardım olarak gönderilen milyarlarca doların nasıl ülkeye uğramadan öylece uçup gittiğini de sorgulayabilir.
Bu banalliğin ortasında, kahraman İslamabad elçisi Anne Patterson gibi bazı yıldızlar da ışıldıyor. Patterson ABD’nin politikasının tepeden tırnağa yanlış olduğunu, ‘Pakistan’ı istikrarsızlaştırma, hem sivil yönetimi hem orduyu küstürme ve hiçbir hedefe ulaşmadan daha geniş bir krizi tahrik etme riskine girdiğini’ anlatmak için çırpınıyor. Bizim safımızdaki Taliban’a giden rüşvetin zararlarından dem vuruyor. Patterson’ın yazışmaları, batmaya başlamışken Titanik’ten gönderilen mektuplara benziyor.
Heba edilen paranın miktarı inanılır gibi değil. Yardımların takibi hiç yapılmıyor. İran, Rusya, Pakistan, Afganistan, Yemen, BM... Sanki bunların hiçbiri yokmuş gibi bakılıyor. Washington yaralı bir ayı gibi tepki gösteriyor, içgüdüleri emperyal, fakat gücü sonuç alıcı değil. ABD dış politikasının sağcı bir gamsızlığın kölesi olduğu görülüyor; dışardaki bir bombadan veya içerdeki İsrail yanlısı bir Kongre üyesinden ödü kopuyor. Yazışmalar İran, Pakistan, Gazze veya Yemen’le savaşa doğru gidildiğinden dem vuruyorsa, ifşa edilmeleri Patterson’a göre gerçekten de savaşa götürüyor gibi görünen politikaların anlamsızlığını tartışmaya yardımcı olabilir. Belki şimdi felaketin nasıl yaklaştığını anlayabilir, her şey olup bittikten sonra bir ‘bilmem ne raporu’ okumak zorunda kalmayabiliriz.
Tarz değişmeli
Şu ortada: Devlet sırlarını korumak gazetecilerin değil hükümetlerin işi. Belgeleri yayımlamak büyük bir tehlike teşkil etseydi, temkinli davranılırdı. Böyle bir tehlike yok; tehlike olsa olsa ifşa edilen politikalardan kaynaklanıyor. Bu büyük olayın yapması gereken şey, diplomatik rapor verme tarzını değiştirmek olmalı. WikiLeaks o veya bu yolla gizli belgelere ulaşabiliyorsa, yabancı bir güç de ulaşabilir. Kağıt üzerindeki kelimeler güvende tutulabilir, elektronik arşivler değil. Bu sızdırma, devletlerin sırlarını sakladıkları çerçevede koca bir delik açtı. Guardian’daki belgeler devlet sırlarını koruma yasasının ihlal ediyor olmalı. Fakat bilgi edinme özgürlüğünün tanıdığı haklarla birlikte ele alındığında, siyaset belirleme ve belgelemenin etrafındaki duvarlar yıkıldı. Bütün bariyerler aşılabilir durumda. Gelecekte yegâne sırlar, konuşulanlar olacak. Bunun iyi bir şey olup olmadığı ise kamuoyunda tartışılmalı.
(28 Kasım 2010)
Kaynak: Radikal