Kraliyet Donanması'nın personeline başarısız askeri operasyonlarının hikâyelerini satma izni vermesi inanılır gibi değil. İdari şeffaflığın en ateşli öğrencileri bile bu kararın alınmasında işleyen zihinsel süreçleri merak ediyordur. Donanma artık dalgalara hükmedemiyor olabilir, fakat anlaşılan paranın ucunu gördüğünde kuralları gevşetiveriyor. Dün akşam yanlış yapıldığını kabul eder gibi oldular, en azından bir bakan öyle yaptı. Britanya'nın askeri operasyonlarının arkasında gerçekten bu insanlar mı var?
Yapılacak en iyi şey, bu yanlış ele alınıp yürütülen olaya dahil olan gemi personelinin sessizce üslerine dönmesiydi. Esir alınıp 'geri verilen' 15 denizcinin fazla göz önüne çıkmaması daha iyi olurdu. İranlıları propaganda amaçlı suiistimalle suçlarken, biz de aynı duruma düşmedik mi? İranlılara bir kadına farklı davrandıkları için ateş püskürürken, biz de aynı kadına farklı davranıp 'kontrollü' bir söyleşiden servet kazanmasına izin vermedik mi?
Irak rahatsızlığını anlamalıyız
Mesele bundan da ibaret değil. Suçluluk, onur, baş eğme ve baş eğdirme arasında denge sağlayan hassas bir operasyonun ardından yarayı deşmekle ne elde edilmesi bekleniyor? Gazetelerdeki manşetler niye illa ki çile, tecavüz ve sahte infaz gibi ifadeleri içermek zorunda? Yana yakıla şişirilen bu hikâyelerin bir haftadan fazla ömrü olmayacak. Irak'taki donanmadan çok daha ağır kayıplar veren diğer birimler başka ne tepki verebilirdi ki? Onlar ciddi ciddi öldürülüyor. Bunun karşısında 100 bin sterlinlik 'Çile'nin manası ne? Velhasıl donanma basın bürosundaki herkes kovulmalı.
Geçen akşam Savunma Bakanı Des Browne, kararın 'tatmin edici sonuç vermediğini' kabul etti. Prosedürlerin gözden geçirilmesi emri verildi;
yapılması gereken şey, çok daha satılabilir olması muhtemel hikâyelerin gelecekte medya tekliflerine açılıp açılmayacağının sorgulanması. Kârlı bir örnek var artık karşımızda. Peki bu dişe diş savaşta İranlılar tarafından gelecekte rehin alınabilecek kişilerin güvenliği ne olacak? Donanmanın 'çek kesme gazeteciliği'ne balıklama dalması, onlara nasıl yardım edecek?
Kim bilir belki İranlılar da pay ister.
Bize İran Devrim Muhafızları'nın denizcileri keyfi bir şekilde rehin aldığı söyleniyor. Halbuki Irak'ta geçen aylarda beş İranlı diplomat esir alınmıştı. Tahran, Batı'ya açılmayı isteyen ılımlıların düşmanı ve nükleer kapasiteye sahip olmak niyetinde. Devrim Muhafızları'nın İranlı diplomat ve teknokratların aşağılanmasına karşı harekete geçtiği ve uranyum zenginleştirme konusunda geri adım atılmamasını sağlamaya çalıştığı iddia ediliyor.
Tahranlı bir 'Londralog' da Kraliyet Donanması'nı benzer biçimde görme eğiliminde olabilir pekâlâ. Operasyonel başarısızlıkla incinen, masraflı nükleer füzelerini siyasi saldırıdan korumak için çırpınan ve denizcilerinin esir alınmasıyla aşağılanan Kraliyet Donanması, Dışişleri Bakanlığı'ndan, İranlılardan, Gordon Brown'ın hazinesinden ve bütün bir İşçi Partisi'nden intikam almak için yanıp tutuşuyor ve siyasi sırça dükkânına tabloidleri saldırtarak pazu gösteriyor olabilir.
Irak işgali devam ettiği sürece İran Britanya ve ABD'ye düşman davetsiz misafirler muamelesi yapmaya mecbur. Batı, İran'ın doğu ve batı sınırlarında isyancılara karşı savaş veriyor. İran siyaseti direnişçilere sempati besleyenlerle dolu. Ilımlı liderler, Bağdat içinde ve dışındaki dindaşlarına her gün düzenlenen saldırıların ağırlığı altında eziliyor. Tahran'ın Afganistan'daki Taliban'dan hiçbir beklentisi yok, fakat Irak'taki Şii davasıyla güçlü duygusal bağları var. Hiçbir hükümet, komşu bir ülkenin yabancı güçler tarafından işgal edilmesini öylece durup seyredemez. İran'dan aksini beklemek saflık olur.
Fakat 15 denizcinin esir alınması olayından belki de bir umut ışığı doğabilir.
Onları kurtarmak için harcanan çabaların sonucunda, Tahran'da ülkelerinin tecridden kurtulmasını isteyenlerle yeni temas noktaları açılmış olabilir. İran bildik yeni muhafazakâr kabadayılıklarla yıldırılamayacak kadar büyük, onurlu, zengin ve kestirilemez bir ulus. Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın dün cakayla söylediklerinin ne kadarı doğrudur bilinmez, ama İran'ın hatırı sayılır nükleer kapasiteye ulaşmanın eşiğinde olduğu da belli. George W. Bush, Tony Blair ve şürekâsının Haçlı fantazilerinde yer alabilecek küçük bir Müslüman ülke değil karşımızdaki.
Blair vaktiyle 'Batılı değerler listesini' bir charter seferiyle Tahran kapılarına taşımayı umut etmişse de, o umut Irak bataklığında kaybolup gitti.
Mollaları biz güçlendirdik
İran söz konusu olduğunda normal şahin tepkileri hiçbir işe yaramaz.
70 milyonluk bir ülke bu. Bombardıman fayda etmez. İşgal çılgınlık olur. Çeyrek asırlık karantina ayetullahlara diz çöktüremedi. Aksine, orta sınıfı zayıflatarak mollaları güçlendirdi ve daha açık, laik bir demokrasiye dönüşün önündeki engelleri artırdı. Bu arada Irak işgali Saddam'ı ortadan kaldırdı ve İran'a bölgedeki Batı karşıtlığının liderliğini üstlenme fırsatı verdi.
Diğer bir deyişle, Amerika'nın dışlama, caydırma ve rejim değişikliği politikası tam tersi sonuçlar verdi. İran'a veya nükleer tesislerine yönelik hiçbir 'askeri çözüm' yok. Fakat bu İran'ı daha az tehlikeli veya faaliyetlerini Batı açısından daha az kaygı verici de kılmıyor. Bunun tek anlamı, İran'la başa çıkmak için başka etkilerin de devreye sokulması gerektiği. İran ekonomisi o kadar müşkül durumda ki, Avrupa'nın yaptırımları sıkılaştırması ihtimali esirlerin bırakılmasında rol oynamış olabilir. Ahmedinecad ve din adamı destekçileri enflasyon ve işsizliğin baskısı altında. Seçimi kazanmak ve Tahran'daki iktidarlarını korumak için hâlâ mücadele etmek zorundalar. İran tümüyle kapalı bir toplum olmadığı gibi, tümüyle monolitik bir diktatörlük de sayılamaz.
Batı bölgedeki yanlış politikalarından çaresizce yakayı sıyırmaya çalışırken, yapılacak tek mantıklı şey İran'la yapıcı temas kurmak. Bu da havuç-sopa, al-ver, iyi polis-kötü polis gibi modern diplomasinin bütün taktiklerini kullanmak demek. İstikrarsızlığın giderek yayıldığı bir bölgede İran, Batı'nın iş yapmamayı kaldıramayacağı yegâne ülke. Diplomasinin bu noktadaki görevi de, İran'daki güç odaklarına onların da bundan benzer çıkarlar sağlayabileceğini göstermek.
Savaş ve diplomasi arasındaki tek fark, ilkinin kolay, ikincisinin zor olmasıdır. İran çok zor olacak. Peki öyleyse niye Des Browne, tam da meselenin acilen kapanması gerektiği bir vakitte, Kraliyet Donanması'na İran'ın kafasına şaplak vurmasına göz yumdu?
Kaynak: Radikal gazetesi