Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun yeni AKP hükümetinin dışişleri bakanı olması bir gazeteci olarak beni sevindirdi. Çünkü artık işimizi daha kolay yapacağız...
Nasıl rahatlıyoruz ve bu rahatlama okura olumlu biçimde nasıl yansıyor açıklayayım...
Eski AKP hükümeti zamanında dış politikanın yürütülmesinde bir acayiplik hüküm sürüyordu... Çoğunlukla büyük kalibreli politik şahsiyetler ya da dışişleri camiasında çapı tartışılmaz duayen diplomatlar tarafından işgal edilmiş bulunan dışişleri bakanlığı koltuğunda bu özellikleri taşımak şöyle dursun, işi olan dış politikaya yabancılıktan bir türlü kurtulamamış bir Ali Babacan oturuyordu...
Oturuyordu da, dolduramıyordu o koltuğu. Dış politikanın yapıcılarından değildi.
Babacan boşluğu
Babacan, halefi Davutoğlu'nun ilgilenmekten özel olarak heyecan duymadığını anladığımız, "Batı dünyasıyla kurumsal ilişkilerin rutini"yle iştigale mahkum çalışıyor, gıyabında oluşturulmuş politikaların yürütülmesine de katkı sağlıyordu.
AKP dış politikasının yönünü ve bu doğrultuda dümene yapılacak hassas müdahalelerin şiddet ve zamanını tayin edip uygulayan ise, sütre gerisindeki Davutoğlu idi.
Babacan'ı, "çalışkan öğrenci" tarzının sınırları dışında gezinirken hiç görmedik. Hata yapmaktan korktuğu için midir nedir, bir üslup da benimseyemedi. Kendisinden yeni şeyler öğrenemedik; tartışma yaratan hiçbir söz çıkmadı ağzından.
"29 Mart kabinesi"nde, teknokrat kişiliğine uygun, ama bu ekonomik kriz ortamında çok zorlaşmış bulunan, riskli bir göreve atandı. Allah kolaylık versin...
Vakum fırtınaları
Hani eski kurtlar "İktidar boşluk kaldırmaz" der ya... Babacan'ın dış politikanın merkezi makamında varlığıyla neden olduğu boşluk da, ters yönlerde esen "vakum fırtınaları"na yol açabiliyordu.
Bir bakıyordunuz, Başbakan Erdoğan diplomatça olmayan sert bir açıklamayla inisiyatifi Cumhurbaşkanı Gül ve protejesi Babacan'ın elinden almış, işi olmadık yerlere taşımış...
Bir bakıyordunuz, Başbakan Erdoğan birilerine esip gürlerken, Cumhurbaşkanı Gül o birileri karşısında teenni ve itidal timsali rolünde...
Davutoğlu'nun yeni görevinin hakkını fazlasıyla vereceğinden ve makamının nüfuzunu artıracağından emin olarak vakum fırtınalarının dineceğini öngörüyorum.
Reislik damarı kabarmasın...
AKP dış politikasının, o camiadaki karizmatik mimarı icra makamına oturduğuna göre, biz gazeteciler artık aynı anda dört yere değil, öncelikle bir yere, Dışişleri Bakanı'na bakarak izleyebileceğiz olanı biteni. Bu, okura olumlu yansıyacak bir rahatlıktır bizler için.
Davutoğlu "danışman" iken meşrebine yakın bulduğu gazetecilerle özel ilişki kurar, arada bir brifing düzenleyip bu meslektaşlarımıza kendi bakış açısını aktarırdı. Aynı mekanizmayı sürdürebilir tabii, ama yeni işinin doğası gereği, meşrebine aykırı gazeteciler de artık faaliyet ve görüşleri hakkında daha fazla bilgilenecek ve bu bilgileri okurlarıyla paylaşacaklardır.
Davutoğlu döneminde dış politikadaki çok başlılık görüntüsünün düzelmesi beklenmelidir. Yeter ki Erdoğan'ın reislik damarı kabarmasın...
Dış politikanın dümeninde güçlü bir dışişleri bakanının olması hem süreçlerin hem de krizlerin yönetimi için iyidir.
İç ve dış politika arasında dil farkı gözetmeye gerek duymayan Erdoğan'ın diplomasideki "meydan hitabeti", Davutoğlu'nun entellektüel üslubuyla dengelenebilir.
Birkaç kere yazmıştım; Davutoğlu kavramlarla düşünen, kavramlarla konuşan bir insan.
Böyleleri öngörülebilir; ayaküstü tavır değiştirmezler; kullandıkları kavramlar amaçlarını da anlatır. O kavramların dili iyi analiz edilir ve aktarılırsa, kamuoyu için aydınlatıcı olur.
Değişmeyecek olan ne?
Davutoğlu'nun gelişi dış politika yönetimini olumlu etkiler ama AKP dış politikasının ana çizgileri değişmez.
Hele de kimse AB perspektifine özel bir ilgi göstermesini beklemesin Davutoğlu'dan...
Davutoğlu döneminde, Obama yönetimiyle işbirliğinin düzeyi, Türkiye'nin Batı'yla ilişkilerinin ana parametresi olacaktır.
Kaynak: Milliyet