Bir-iki ay öncesine kadar, bazı televizyon programlarında Suriye’deki rejimin ne zaman düşeceğine dair toto oynanırdı.
Sizce rejim ne zamana kadar gider, bir yıl mı desek, altı ay mı desek?
Kendi adıma, bu “rejim-toto” oyununa girmeyi doğru bulmadım.
Ve bu arada “rejim-toto”nun zamanı da geçti. Tarihsel bakımdan kaybetmeye mahkzm olsa da, bu rejime kolayca vade biçmenin olanaksızlığı ayan beyan görüldü. Rejim çok kısa sayılamayacak bir süre daha tutunacak. Herkesin hesabını, planını buna göre yapmasında fayda var.
Bu, öldürme içgüdüsü olan bir rejim. Muhaliflerini yok ediyor, evlerini, mahallelerini başlarına yıkıyor. Bu bir.
İkincisi, rejimin hâlâ güçlü bir kitle tabanı var ve Baas’ı desteklemeye devam ediyorlar.
Üçüncüsü, Rusya ve İran gibi kararlı müttefikleri olan bir rejim bu... Asilere karşı acımasızlık, kıyıcılık bu iki müttefikin kültüründe de mevcut. Baas cinayetlerinin sürüp gitmesinde bu ikisinin de parmağı var.
Dördüncüsü, bu bir de o nispette kararsız, henüz neyi nasıl yapacağını bilemeyen, sözde “dış düşmanları” olan bir rejim.
“Rejimin dış düşmanları” diyoruz tabii, dün İstanbul’da yapılan uluslararası toplantının adına nazire olarak... 82 ülkenin üst düzey temsilcileri İstanbul’da “Suriye Halkının Dostları Grubu İkinci Toplantısı”nda bir araya geldiler. Bundan önce, 23-24 ™ubat’ta Tunus’ta, “Suriye’nin Dostları Grubu Uluslararası Konferansı” için toplanmışlardı.
O zaman kendilerine “Suriye’nin dostları” demişlerdi, şimdi “Suriye Halkının Dostları” diyorlar.
Böyle bir tanımda karar kılmaları, belki de muhalefetin Suriye’yi temsil yeteneğini henüz kazanamamış, bir alternatif ortaya koyamamış olmasındandır.
“Suriye halkının dostu” olduklarını ilan edince, zımnen Şam rejimine karşı dostane bir tavır içinde olmadıklarını da ilan etmiş oluyorlar, çünkü o rejim, halkının büyük kısmına düşman.
Bu rejimin dostları da İran, Rusya ve Çin...
Ve nihayet “Suriye Halkının Dostları” tarafından İstanbul’da açıklanan ortak bildiri, krizin gidişatındaki ana parametrelerin hiç birini değiştirir nitelikte değil.
Mevcut parametreler, Suriye’nin zamanla bir “büyük Lübnan”a dönüşmesi sonucunu doğuracaktır. Ülkenin gidişatı, dinsel ve mezhepsel olanların yanı sıra Kürt varlığı nedeniyle bir de etnisite ekseninde fiilen bölünmeye doğrudur.
“İstanbul Bildirisi” yeniden “rejim-toto” oynanmasına imkân vermiyor.
Öncelikle altı çizilmesi gereken iki husus var bu bildiride...
İlki, rejimin tutunacağı öngörüsüyle yapıldığı çok belli olan “Annan Planı”yla ilgili... Bildiride Suriye rejiminin, kendisine siyasi roller atfettiği, yani varlığına meşruiyet kazandırdığı için “Kabul ettim” dediği ve fakat uygulamadığı “Annan Planı”nın “ucu açık” telakki edilmemesi gereği vurgulanıyor.
Suriye kriziyle ilgili “BM ve Arap Birliği Özel Temsilcisi” sıfatını taşıyan Kofi Annan, planında öngörüldüğü üzere Şam belirli bir vadede katliamları durdurmaz, tutukladıklarını serbest bırakmaz, barışçı gösterilere izin vermez ise, Suriye meselesinin yeniden BM Güvenlik Konseyi’ne götürülmesini de öngören bir takvim açıklamaya davet ediliyor.
Annan takvim açıklasa ne olur ki? Rusya ve Çin’in veto engeli yerinde durduğu sürece Güvenlik Konseyi’nden Suriye’ye karşı, askeri önlemleri de zımnen içeren bir yaptırım kararı çıkması ihtimali yoktur.
İkinci husus da “Suriye Halkının Dostları Grubu”nun, Suriye Ulusal Konseyi’ni (SUK) “bütün Suriyelilerin meşru temsilcisi ve Suriyeli muhalif grupların altında toplandığı şemsiye bir örgüt olarak” tanımasıdır.
Suriye’nin, yani ülkenin temsilcisi değil, Suriyelilerin temsilcisi...
Zaten sorun tam da burada... SUK bir alternatif oluşturamadığı, güven vermediği için “Suriye’nin meşru temsilcisi” olarak tanınamıyor; onun yerine “Suriyeliler” formülü bulunmuş.
Rejimin diplomatik bakımdan tamamen tecrit edilmesi, bu nedenden ötürü henüz mümkün değil.
Suriye’nin durumu, halkının dostlarına, ülkenin bölünmesini desteklemek dışında bir seçenek bırakmıyor.
Kaynak: Milliyet