İsmet Berkan, geçtiğimiz cumartesi günkü yazısına 'Anayasa Mahkemesi sömürge idaresi mi?' başlığı atmış. Muhafazakâr basının, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını eleştirmenin ötesinde, bu kuruma 'sömürge idaresi' muamelesi yapmasına işaret etmiş. Berkan'ın kullandığı terimi abartılı bulanlarınız olabilir, bence fazlasıyla isabetli. Hatta, bir adım daha atıp, muhafazakâr kesimin Cumhuriyet tartışmasının, genel olarak, bu havayı yansıttığını düşünüyorum.
Bir ülkede yaşayanların tümü, kurumları, kararları, tarihlerini, hatta rejimlerini serbestçe eleştirip, tartışabilmeli. Tartışmalı ki, makûlü ve ortak paydaları bulabilsin. Tartışamamanın bedeli işte bu. Cumhuriyet'i, Cumhuriyet tarihini tartışmaya kapatırsanız, sonu bu oluyor; siyasi dilde inanılmaz bir ikiyüzlülük, düşünce alanında karnından konuşmak.
Evet, muhafazakâr siyaset damarı, başından beri Cumhuriyet'e temel itirazlardan besleniyordu, bu itirazların açıkça yapılamadığı bir ortamda, Cumhuriyet'e tepki dolaylı yollardan, neredeyse bir sömürge idaresi tablosu çiziyor. Muhafazakâr-sağ düşünce ve siyaset, başından beri, Cumhuriyet'in özellikle kültür devriminin toplumun dinsel kimlik ve değerlerini radikal biçimde hiçe saymasına karşılık olan tepkiden beslendi. Açıkça söyleyemedikleri birikip, toplumuna 'yabancı' ve hatta 'düşman' bir azınlık idaresi söylemi eksenine oturdu. Yakın tarihi açıkça tartışmak mümkün olmadığı için, dolaylı bir dille, Cumhuriyet'i kuranların mason, dönme, İngiliz ajanı olduğu, Lozan'ı imzalayanların neredeyse hain olduğu ima edilegeldi. Milli mücadelede 'sarıklı mücahidler' resmi, Birinci Meclis'te İkinci grup muhalefeti öne çıkarılarak, Cumhuriyet'i kuranların, halkın gerçek temsilcilerine nasıl kazık atıp, kendi sultalarını kurdukları gibi bir tablonun altı çizildi. Resmi tarih tablonun bir yanını öne çıkarıp gerisini kararttıkça, buna itiraz edenler de, tablonun kendilerine hoş gelen yanını öne çıkarmak adına, dolaylı bir karalama edebiyatı ürettiler.
Bu ülkede, 'demokrasi' tartışması da bu eksende başladı. Çok partili hayata geçişle birlikte, yine neredeyse sömürge idaresine karşı halkın 'gerçek' temsilcilerinin idareyi ele alması 'demokrasi' olarak tarif edildi. Bugün hâlâ, 'iktidarı elinden bırakmak istemeyen seçkin zümre', 'bürokratik oligarşi', 'atananlara karşı seçilenler' terimlerini bolca kullanan demokrasi söyleminin gerisinde, aslında Cumhuriyet ile bir türlü hakkıyla yapılamayan bir hesaplaşma var.
Bir ülkede yaşayan herkesin her konuda anlaşması gerekmiyor, tabii ki demokrasi, farklı düşünce ve hayat tarzlarının bir arada yaşamasını, sadece mümkün değil, zenginlik olarak barındırabilme kabiliyeti derecesinde önemli bir siyasi çerçeve. Ancak, farklı tarihlere inanan, dahası kahramanları farklı, övündükleri ve dövündükleri şeyler birbirinden çok farklı olan insanları, kavgasız gürültüsüz bir arada yaşatacak bir mucize yok. Demokrasi, asgari müştereklerde anlaşmakla işleyecek bir süreç, mucize formül değil.
Cumhuriyet'e sahip çıktıklarını iddia edenlerin, Cumhuriyet devriminin en sert ve tarihe en dayanıksız uygulama ve anlayışında ısrar edip, gözlerini diğer her şeye kapalı tutmaktan vazgeçmediği, diğerlerinin, itirazlarını hiç gözden geçirmeyip, biriktirdikleri öfkeyi rövanşa çevirme yolunu tutmaya yöneldiği bir ülkede eski deyimle 'dirlik, düzenlik', bugünkü ifade ile 'toplumsal barış' imkânı zorlanır. Zorlandığını hep birlikte görüyoruz, Allah beterinden saklasın.
Kaynak: Radikal