Her siyasal partinin üzerinde yer aldığı ideolojik zeminin hasılasına göre doğal bir refleksi oluyor. CHP'nin refleksi kendini daima muhalif pozisyonda görmesiyle özetlenebilir. O, bir şeyi yapmak veya yaptırmak üzere hazırlanmış değildir. CHP'nin doğal refleksi yapılana karşı gelmek, onun yapılmasını engellemektir. Peki, o yapılmasın.. kabul. Ne yapılsın? Cevap yok. Cevap yalnızca o işin, eylemin, hizmetin, icraatın ifasına karşı durmaktır. Yapılacak olana muhalefet etmektir. CHP bu refleksini İttihat ve Terakki'den tevarüs etmiştir. Mezkur partinin (fırka) dağarcığında da iktidara (yani padişaha) muhalefet etmekten başka yapıcı hiçbir teklifi mevcut değildi. Nitekim padişahı devirdikten sonra ne yapacağını bilememiş, on yıllık şaşkınlığı Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. CHP refleksinin yakın tarihteki tipik örneğini 12 Eylül sürecinde, 6 Kasım 1983 genel seçimleri esnasında yaşamıştık. Seçim arifesinde TRT televizyonunda zamanın parti liderleri bir açık oturuma çıkmışlardı. ANAP'ı Turgut Özal, DTP'yi Turgut Sunalp, Halkçı Parti'yi (ki CHP'nin uzantısı o idi) Necdet Calp temsil ediyordu. Liderler, iktidara geldiklerinde ne yapacaklarını anlatıyorlardı. Doğrusu DTP ve HP liderlerinin ne yapacakları hususunda söylediklerinden şu anda aklımda tek bir kelime bile kalmış değil. Ne yapacağını açık seçik bilen tek lider Özal olarak temayüz ediyordu. O, iktisadî programının esaslarını ortaya koyuyor, bu arada özelleştirmeden bahsederek Boğaz Köprüsü'nü satacağını söylüyordu. Özal bunu söyler söylemek, Calp yerinden fırlayarak: SATTIRMAM! diye feryat etti. Bu feryat, CHP'nin bütün zamirini ortaya koymaya yetti. Bu sattırmam feryadı kendiliğinden şunları söylüyordu: 1. CHP, kendisi herhangi bir proje öneremiyor, fakat önerilen bir projeye itiraz ediyordu, misyonu bundan ibaretti. Sattırmayacaktı, ama niçin?.. Aslında özelleştirmenin anlamını bilmiyordu. 2. CHP, kendisini daha seçimden önce muhalefette görüyordu. Başkaları iktidar olacak, kendisi muhalefet edecekti. Başkası bir şey yapmaya teşebbüs edecek, o bunları önlemek için gayret sarf edecekti. 3. Bu iki nokta da (hem müspet bir proje önerememek, hem ebedî muhalefette kalmak), bu partinin, temel belirleyici niteliği olarak ortaya çıkıyordu.. 4. O, zahirle, suretle, üst yapıyla, asılsız işlerle, kılık kıyafetle uğraşırdı. O, yönetim işlerinde de, şekillerle, suretlerle uğraşır, fakat asla meselenin köküne, kökenine nüfuz edemezdi. 5. Kendisi, en başta, yönetimin tepesine tepeden indiği için bütün icraatını tepeden inmecilik üzerine kurma alışkanlığı edinmişti ve bu alışkanlığından vazgeçmeye asla niyetli görünmüyordu. O, tepeden inmeciydi. Ebedî muhalif, o kadar
Bu zihniyet, bu her şeye ve bizzat milletin kendine muhalefet tavrı bu gün de aynen devam ediyor. Halen içinde bulunduğumuz seçim sürecinde CHP liderinin ağzından bir tek yapıcı bir teklif çıkmış mıdır? İşiten varsa, Allah aşkına, söylesin biz de öğrenelim. Şu anda meydanlardaki tek sermayesi, seçilecek cumhurbaşkanının Meclis dışından olması önerisi. Seçilecek cumhurbaşkanı Ak Parti'den seçilmiş olmasın, diyor. Sebep meçhul. Veya sebep kendi karnında gizli. Anayasa'yı içine sindirmiş biri olmalıymış. Zannedersin ki, cumhurbaşkanı adayının midesini bağırsağını yarıp bakacak! Anayasa orada sindirilmiş mi, sindirilmemiş mi, onu görecek! 84 yıllık Cumhuriyet tarihinde milletin hür ve müstakil iradesiyle bir tek defacık olsun iktidar olamadığının belki de farkında değil veya farkındaysa, bunun sebebini anlayamıyor. Bu kafayla asla da anlayamayacak!