Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın dün Antalya'da Balkan ülkelerinden mevkidaşlarıyla toplantısının düzenleyeceği basın toplantısı, haber merkezlerinde sabah saatlerinde günün en dikkatle izlenecek haberleri arasındaydı.
Bunun nedenleri vardı. Öncelikle, ilk kez kuvvet komutanı, ordu komutanı rütbesinden emekli olmuş iki subayın darbe girişimi gibi ağır bir suçlamayla tutuklanması söz konusuydu.
İkincisi, Genelkurmay soruşturmaya engel olmamış, yasal sürecin gereğince tamamlanmasını sağlamış, askeri mekânlarda yapılan gözaltılar askeri savcılar gözetiminde yapılmıştı.
Üçüncüsü, gözaltıların 24 Haziran'da Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ ile yaptığı görüşmede konuşulduğu yolunda, adeta bu yönde zımni bir anlaşma olduğu imasıyla yapılan haberler, Başbuğ tarafından kesin bir dille yalanlanmıştı. Başbuğ, "Bu komplo teorileri Türk Silahlı Kuvvetleri'nin birlik ve bütünlüğüne, emir-komutasına zarar vermeye yönelik bazı amaçlara hizmet etmiyor mu? Bu amaca bilerek, bilmeyerek hizmet etmiş olmuyorlar mı?" diye soruyordu. Bu sorunun bir görünür, bir de tali anlamı vardı. Başbuğ görünürde Genelkurmay Başkanı'nın Büyükanıt olduğuna işaret ediyor ve Başbakan'ın bu konuyu konuşmak isterse Komutanıyla konuşmuş olacağını söylüyordu. Tali anlamı ise daha derin görünüyordu. Yalnızca emekli orgeneraller Eruygur ve Tolon değil, örneğin emekli Albay Atilla Uğur gibi PKK ile mücadelede Abdullah Öcalan'ın sorgusuna katılacak denli öne çıkmış Özel hHarp kökenli bir istihbaratçının polis tarafından ağır suçlamayla gözaltına alınması, özellikle orta-üst kademelerde çoğu kaşın çatılmasına yol açtığı haberleri vardı. Bu isimlerin tutuklanması, dikkatlerin mahkeme sürecine yoğunlaşmasına yol açmıştı. Oysa daha ortada iddianame yoktu.
Durum bu iken Büyükanıt'ın söyleyecekleri önem taşıyabilirdi. Haber merkezleri bu nedenle konuya önem veriyordu.
Ama öğle saatlerinde Genelkurmay İletişim Dairesi'nden gelen haber, konunun önemini düşürdü: Büyükanıt hiçbir güncel konuda soru almayacaktı.
Buna karşın bir meslektaş, "Ülke gündemine ilişkin bir soru sormak istiyorum deyince, medya ile ilişkilerinde her zaman cömert olan, hatta bu nedenle eleştiri de alan Büyükanıt "Kusura bakmayın" dedi; "Ben anlıyorum ihtiyacınızı. Ama bu basın toplantısının kapsamının çok dışında bir konu. Konuklarımıza da saygı duyduğum için bu tip sorulara cevap vermek istemiyorum."
Başbuğ'un açıkça ifade ettiği gibi emir-komuta zincirine zarar verilmek istendiği endişesi içinde olan ordu yönetimi, ortalığı daha fazla gerecek bir adım atmak istemiyordu.
Gerilimi tırmandırmak istemeyen tavrı, aslında ortamın çok müsait olmasına karşın önceki gece Habertürk programı sırasında CHP lideri Deniz Baykal'da da gözlemledik diğer meslektaşlarla. Baykal gibi istediği takdirde ortamı keman yayı gibi gerebilecek bir siyaset ustasından "Kimse telaş etmesin. Biraz daha dişimizi sıkalım. Türkiye bütün bu yanlış yönetim uygulamalarına rağmen bu sıkıntıları aşacaktır. Yargılamalar sonunda her şey açığa çıkacak. Anayasa Mahkemesi kararı ne yönde olursa olsun gerilim düşecek" gibi sözler duymak ilginçti.
Bu koşullar altında Eruygur'a ait olduğu söylenen bir müdahale planı daha yayımlandı dün Taraf gazetesinde. Anlaşılan daha öncekiler gibi bu 'plan' da komuta kademelerinde taraftar ve uygulama alanı bulmamıştı.
Dün bir de Milliyet'ten Devrim Sevimay'ın emekli Orgeneral Edip Başer'le yapılmış söyleşisi vardı gündemde. Devrim'in '2002 Yüksek Askeri Şûra'sında kurumun geleneklerine bağlı kalınsaydı bunları tartışmıyor olabilir miydik?' gibi üzerinde çok iyi çalışılmış sorusuna, Başer tek kelimeyle 'Olabilirdik' yanıtı vermişti.
Eğer 2002 Ağustos'unda emekliliği gelen Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, sırası gelen Başer yerine emekli olmak için odasını dahi toplamış olan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'ı Kara Kuvvetleri Komutanı ve yine emekliliği gelen Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Şener Eruygur'u Jandarma Komutanı yapmamış (daha doğrusu sallantıdaki hükümete onaylatmamış) olsaydı, yakın tarih gerçekten de başka türlü akardı. Buna Irak Krizi'nde Kıbrıs sürecine ve anti-demokratik yaklaşımlara dek pek çok şey dahildir. Bugün kriz nedeni olan bütün o 'planlar', o döneme aittir.
O dönem ordunun doğal emir komuta akışında Başer'in yeri vardı, ama Yalman ve Eruygur'un yeri kalmamıştı. Ama tersi olunca, zaten (merhum Bülent Ecevit'in Başbakanlık'tan istifaya zorlanması girişimini de içeren) zorluklarla yaşanan 2000-2002 dönemi, iki yıl daha uzadı. Hiçbir zaman uygulama imkânı bulmayan, bulmayacak denli zorlama ve hayali olan sözde planlarla bugün de sıkıntıya yol açmayı sürdürüyor.
Büyük sakıncalar olmadıkça ordunun kendi akışıyla oynamamak, aslında her hükümet için daha rahat çalışma ortamı demektir.
O dönemleri çok iyi bilen Büyükanıt dün siyasi nitelikte sorulara yanıt vermemişse (belki iyi ettiği de söylenebilir) bir bildiği vardır.
Kaynak. Radikal