Ortadoğu'daki temel hikâye bölge çapındaki nüfuz mücadelesi: ABD, Sünni Arap müttefikleri ve İsrail'e karşı İran, Suriye ve onların Hamas ve Hizbullah gibi devlet dışı müttefikleri arasındaki çekişme aşikâr. Yeni ABD başkanı, Bush'tan İran'la bir Soğuk Savaş devralacak

Yeni Amerikan başkanı birçok dış politika sorununu miras alacak, fakat kuşkusuz en büyük sorunlardan biri soğuk savaş olacak.
Evet, bir sonraki başkan bir soğuk savaş başkanı olacak. Fakat soğuk savaş bu kez İran'la. Bugün Ortadoğu'daki temel hikâye işte bu -bölge çapındaki nüfuz mücadelesi: Amerika ve Sünni Arap müttefiklerine (ve İsrail) karşı İran, Suriye ve onların Hamas ve Hizbullah gibi devlet dışı müttefikleri. İran gazetesi Kayhan'ın 11 Mayıs tarihli başyazısında da dile getirildiği gibi: "Ortadoğu'daki iktidar mücadelesinde sadece iki taraf var: İran ve ABD."
Şu an için 'Amerika Takımı' her cephede maçı kaybediyor. Peki neden? Kısa yanıtı şu: İran akıllı ve acımasız, Amerika aptal ve zayıf, Sünni Arap dünyasıysa beceriksiz ve paramparça. Başka soru var mı?

ABD sekiz yılda irtifa kaybetti
Haftanın rezaletiyse, Lübnan'ı ele geçirmek yönündeki İran-Suriye-Hizbullah teşebbüsü.  Hizbullah çeteleri Batı Beyrut'taki Sünni mahalleleri bastılar, bilhassa Future TV gibi ilerici
haber kaynaklarını dağıtmaya odaklandılar, amaçları Hizbullah'ın propaganda
aygıtının ülkeye hâkim olmasını sağlamaktı. Şii milis örgütü Hizbullah sözüm ona Lübnan'ı İsrail'den korumak için ortaya çıktı. Bunu yaptı da, ama şimdi çark etti ve Lübnan'ı Suriye ve İran'a sattı.

Bütün bunlar, İsrail'in en iyi Ortadoğu gözlemcilerinden Ehud Yaari'nin, 'Pax İranica' dediği şeyin parçası. Jerusalem Report'ta 28 Nisan'da yayımlanan köşeyazısında Yaari, İran'ın Ortadoğu'nun dört yanında oluşturduğu nüfuz ağına dikkat çekiyordu: Irak başbakanı Nuri el Maliki üzerinde etkisi bulunan İran, Irak'taki Şii milisleri fiilen manipüle etme yeteneğine de sahip. Ayrıca Hizbullah'ı Lübnan'ı kontrol edebilecek ve Tahran'ı vurmayı düşünmesi halinde İsrail'i tehdit edebilecek 40 bin roketle silahlandırırken, Gazze'deki Hamas'ı güçlendirmeye ve ABD destekli herhangi bir İsrail-Filistin barışını engellemeye de muktedir.

Yaari şöyle devam ediyor: "Basitçe söylersek, Tahran nükleer tesislerine saldırmak isteyen herkesin bunun Lübnan, Filistin, Irak ve Körfez cephelerinde vahim bir çatışmaya yol açabileceğini hesaba katmasını gerektiren bir ortamı yaratmış durumda." Yani İran karmaşık ve zekice bir caydırma stratejisi yürütüyor.

Şimdi de hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat yönetimler döneminde Ortadoğu müzakerecisi olarak görev yapmış Aaron David Miller'a kulak verelim.
Miller barış süreciyle ilgili kışkırtıcı yeni kitabında şunları yazıyor: "İran bu başarıları kaydederken, Bush yönetimi tam tersine, Amerika'yı sekiz yılda Ortadoğu'daki eşsiz konumundan alıp, sevilmeyen, korkulmayan ve saygı duyulmayan bir konuma yerleştirmeyi becerdi."

Miller şöyle devam ediyor: "Bill Clinton döneminde sekiz yıl boyu Ortadoğu'da nasıl barış yapılacağını, ardından Bush'un sekiz yılındaysa nasıl savaş yapılacağını arayıp durduk. Sonuç ne adam edebildiği ne de terk edebildiği bir bölgede sıkışıp kalmış bir Amerika."
Miller son birkaç ayda olan bitenlere bakılmasını öneriyor: Başkan Bush ocakta Ortadoğu'ya gitti, şubatta bu kez Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice bölgenin yolunu tuttu, martta Başkan Yardımcısı Dick Cheney gitti, dışişleri bakanı nisanda bir kez daha ve bu hafta başkan Bush yine bölgedeydi. Bütün bunlardan sonra petrol fiyatları görülmemiş düzeyde yükseldi ve barış umutları hiç olmadığı kadar dibe vurdu. Miller'ın da dediği gibi, Amerika tam da şu an bölgedeki kilit aktörlerden hiçbirini 'alt edemiyor, değiştiremiyor veya dizginleyemiyor'.

Barack Obama'yla Hillary Clinton arasındaki büyük tartışma, 'İran'la konuşalım mı konuşmayalım mı' üzerinden yürüyor. Obama konuşmaktan yana, Clinton'sa konuşmaya karşı. Oysa yeni başkanın önündeki doğru soru konuşalım mı konuşmayalım mı meselesi değil. Gücümüz var mı yok mu, asıl soru bu.

Gücünüz varsa konuşursunuz. Gücünüz yoksa, karşı tarafın görmezden gelmeye cesaret edemeyeceği ekonomik, diplomatik veya askeri inisiyatifleri ve baskıları devreye sokarak kazanmaya çalışırsınız. Bush ekibinin İran karşısında fazlasıyla beceriksiz kaldığı nokta bu.

Bu denklemin tek zayıf tarafıysa Sünni Arap dünyası: Ya öyle bir petrol sarhoşluğu içindeler ki parayı bastırıp İran'ın herhangi bir meydan okumasından paçayı kurtarabileceklerini sanıyorlar, ya da o kadar bölünmüşler ki kendi çıkarlarını korumak için bir fiske bile vuramıyorlar -veya ikisi birden.

Lübnan adeta 'proje mezarlığı'

İran'la savaşa girmeyeceğiz, girmemeliyiz de. Fakat ABD'yle Arap dostlarını, Arap dünyasında dürüstlüğün, çoğulculuğun ve açıklığın son kalelerinden birinin İran ve Suriye'nin elinde oyuncak

olmasını engelleyemeyecek kadar zayıf görmek üzüntü verici. İçimi biraz olsun rahatlatan şey şunu biliyor olmam: Her kim Lübnan'a tek başına hâkim olmayı denemişse (Maruniler, Filistinliler, Suriyeliler, İsrailliler), her seferinde karşılığını görmüş ve başarısız olmuştur.

Son olarak Lübnanlı köşe yazarı Michael Young'a kulak verip yazıyı bitirelim: "Lübnan uzlaşma olmaksızın, herkesi işin içine katmaksızın kimsenin kontrol edemeyeceği bir yerdir. Lübnan dev projeleri olan insanlar için bir mezarlık olmuştur. Ortadoğu'da düşmanlarınız omuz omuza verip işleri sizin için içinden çıkılmaz hale getirmenin bir yolunu her zaman bulur."