Sandılar ki, yaptığı satışın ezikliğiyle bir müddet ortalıktan kaybolur; çeker gider; tenhalığa gömülür.

Sandılar ki, sırra kadem basar; yaptığı satış hakkında bir çift laf etmez.

Fena yanıldılar.

Hiç gecikmedi; bir yanına kankası Kerimcan'ı, diğer yanına Kanaltürk spikeri Emre'yi almış vaziyette, sattığı kanalın ekranından öyle bir arz-ı endam etti ki, olursa o kadar olur!

Bangır bangır bağırarak, "Biz kaç kişiyiz" platformunu, "www.bizkaçlirayız.com" manşetiyle aşağılayan gazetenin genel yayın yönetmenine saydırmaya başladı:

"Bizim namusumuz satılık değil; sen hiç kimseyi satın alamazsın alçak! Kaç liraysa maaşın söyle, ben sana göndereyim alçak…"

Bu kadarla kalsa iyi; avuruna zavuruna bakmaksızın şavullamaya çökmüştü bir kere.

Nerdeyse ekrandan fırlayıp muhatabını tartaklayacak kadar muvazenesini yele vermişti:

"Kaç kuruşsun sen? Köpek, bu bahçeden karşı bahçeye havladığı zaman iyi köpek, o bahçeden buraya havladığı zaman kötü köpek olmaz. Köpek köpektir. Alçak, namussuz…"

Bunlar nasıl hurdahaş ifadeler, bu nasıl bitmez tükenmez bir öfke, bu nasıl celadettir arkadaş?!

Ortadan utanma kaybolmuş da bizim mi haberimiz yok?

Tamam, malum gazetenin "www. bizkaçlirayız.com" manşeti, düşene vurulmaz geleneğimizi fersah fersah aşarak nobranlığın dibini bulmuş, ama, bu kadar da olmaz ki?!

Şimdi gelin de, Recaizade M. Ekrem'in "Üslûbu beyan ayniyle insan" darbımeselini hatırlamayın.

Hayır, insanlık halidir; kimi zaman ademoğlu iyicene dellenir, laf şirazesinden kayar.

Ona bakarsanız, Namık Kemal üstadımız da, ifrit olduğu adamlara, "itullah" (Allah'ın iti) der, geçermiş.

Mamafih, böyle peşi sıra, nefessiz kalırcasına hakaretler yağdırmak da ne demek oluyor?

Hazret dur durak bilmiyor ki:

"Hayasızlar! Namussuz adamlar!.."

Bu müstekreh ifadeleri hazretin içine düştüğü psikolojiyi yansıtması bakımından aktarmıyorum.

Doğrusunu isterseniz, bu psikolojiden tastamam kurtulduğu bir ana hiç rastlamadım zaten.

Tuncay neyse de, ben Emre'den bir şey anlamadım!

Yığınları uykusundan uyandırmak vehmiyle nutuklar irâd eden; herkesin konjonktür gereği suspus kesildiği zamanlarda, "Biz kaç kişiyiz" diyerek meydanları panayır gösterilerine çeviren "yiğidim-aslanım"ın hazin sonunu, hâletirûhiyesini az çok anlıyorum.

Sabah akşam, "Hesap soracağız" diyerek kükrediği kanalını, hesap soracağını ifade ettiklerinden birine "hesaplıca" satmak zorunda kalmış.

Üstelik bu satıştan dolayı hakarete uğramış. Bağırmasın, çağırmasın da ne yapsın?

Mezkur hakaretleri bir yana bırakırsak, son derece insani bir şey bu.

Hatta bir ara ağlar gibi oldu da nasıl içim burkuldu, anlatamam.

Hakaretlerine kısa bir süre ara verince, biraz sakin bir ses tonuyla, yanındaki Kanaltürk spikeri Emre'ye dönüp sordu:

"Emre, niye satarım sence ben? Kaç yıldır birlikteyiz Emre?"

Emre oldukça sakin, bariton bir sesle;

"10 yıla yakın."

Adeta, "al da at" dercesine müthiş bir pas çıkararak:

"10 yıldır sen benim bir tek gün, bir tek kişiyi yarı yolda bıraktığımı, bir tek gün çaresiz bıraktığımı, aç bıraktığımı, açıkta bıraktığımı gördün mü Emre?"

Şimdi sıkı durun, Emre cevap veriyor:

"Görseydim 10 yıldır zaten beraber çalışmazdım!"

Bu mudur yani Emre?

Emre'cik besbelli efendi çocuk. Yüzünde kirlenmişlikten eser yok. Başarılı da.

Lakin, hiç haldan anlamıyor.

Görseymiş, çalışmazmış!

Adam senden yürek paralayıcı bir coşkuyla haline şahitlik yapmanı, dürüstlüğünün altını çizmeni istiyor; sen kendi dürüstlüğünü başrole çıkarmaya çalışıyorsun!

Hele o ses tonu neydi öyle?

Gözleri dolu dolu dert anlatmaya koyulan, çaresizlik içinde kıvranan, dişiyle tırnağıyla kurduğu televizyona veda etmek zorunda kalan bir adama, "iyi akşamlar sayın seyirciler" vurgusuyla cevap verilir mi?

İsmi lazım değil, halen bir ulusal kanalda görevine devam eden böyle bir spiker arkadaşım vardı; ruhsuz, renksiz, bariton vurgulamadan her halükarda taviz vermezdi.

Öyle ki, "merhaba" dese, üzerimden "merhaba" geçmiş gibi olur; gün boyu "merhaba" yemiş olmanın ağırlığını atamazdım.

Bu spikerler gerçekten de tuhaf insanlar.

Ya Emre'cik gibi duygularını aldırmış bir ses tonuyla konuşuyorlar, ya da Flash Tv'nin Gökhan Taşkın'ı gibi, "Şimdi size şunu göstereceğim..." yollu ifadelerle ukalâlığa yelken açmayı 'içtenlik' sanıyorlar.

Kaynak: Yeni Şafak