Gazze'de modern zamanların en büyük dramlarından birisi yaşanıyor. Bütün dünya ekran başında bu açık hava gösterisini izliyor. Canlı yayın şu demek... Bir bomba ya da füze ateşi görüldüğünde biliyoruz ki hedeflendiği yerde insanlar var ve düştüğü zaman hepsi ölecek.
Önce parlak bir ışık yükseliyor ve sonra masum insanların üstüne bir ölüm yağmuru gibi yağıyor. İsrail, Filistin'i öldürüyor.
Dünyanın herhangi bir savaşa, saldırıya, işgale veya teröre karşı bu kadar çaresizleştiği ilk çağlardan bu yana hiç görülmedi.
Tarih okumalarımızı hatırlayalım...
Moğol orduların medeni şehirleri kılıçtan geçirmesi, Haçlı seferlerinin yollarının üzerindeki savunmasız köyleri, kasabaları yerle bir etmeleri veya insanlığın acımasız tarihinden bir başka örnek. Onlar neyse bugün izlediğimiz trajedi odur.
O zamanlar dünyanın geri kalanı yaşanan katliamları bilmiyor, duymuyordu. O zamanlar ölümler canlı yayında bir maç skoru gibi verilmiyordu.
Bir fark daha var...
O zamanlar füze yoktu; bir düğmeye basılınca onlarca kişi birden katledilemiyordu.
Bugün Gazze'de izlediklerimiz insanın insana karşı can, mal, sınır ve hukuk tanımazlığının modern versiyonudur.
Türkiye Başbakanı başkentten başkente koşturuyor; elinde telefon nüfuz edebileceği bütün liderleri arıyor. Konuşuyor ve her konuşmasında tepkisini ve muhtemelen görüştüğü liderlerden edindiği kayıtsızlığın öfkesini yansıtıyor.
Erdoğan'ın gözlerinden katliama ve işgale diplomatik bir alışveriş olarak bakan, politik bir fayda-maliyet tablosu muamelesi yapan duyarsızlığa isyan okunuyor.
50 yıla ulaşan bir kanlı tarihin aktörü olmak zordur; Türkiye, bir yandan bu zorluğu öte yandan da kanı durdurmanın telaşını yaşıyor.
Trajedinin kendisi kadar kabul edilemez olan dünyanın şımarık, kayıtsız, kontrolsüz bir saldırgana boyun eğmesidir.
Ajanslar, ard arda inanılması güç vahşet fotoğrafları geçiyor. Ve şu can yakan cevapsız soru da İslam dünyasının yüreğini yakıyor:
O fotoğraflardaki ölüler Filistinli değil de herhangi bir Batı ülkesinin insanları olsaydı, dünya yine böyle tepkisiz kalır mıydı?
Dünya duyarsız, tepkisiz ama bu kez Türkiye'de insanların gözlerinde farklı bir öfke okunuyor. Hiç olmadığı kadar sakin, hiç olmadığı kadar duyarlı ve hiç olmadığı kadar kararlı...
Pazar günü başta İstanbul olmak üzere bütün ülke sokaklardaydı. Bugüne kadar hiçbir konuda hiçbir şartta, hiçbir heyecanla bir günde bu kadar insan alanlara koşmadı. Türkiye'nin kendi iç sorunlarında bile böyle bir duyarlılık yaşanmadı. Haftalarca anons edilen mitingler bile bu kadar kalabalık olmadı.
Fanatik bir öfkenin, bir partinin, bir derneğin veya bir dindarlık şovunun yansıması değil, insanlık görevinin gereği yapıldı.
Türk insanı Pazar günü aynı zamanda, tarihe mal olan yüzlerce yıllık kardeşliğin, dindaşlığın ve komşuluğun da görevini yerine getirdi.
Pazar günü Türkiye bir başkaydı...
Erdoğan kararı Şeb-i Arus'ta verdi
İnsanın, hükümete 'Aman böyle devam' diyesi geliyor. Kürtçe televizyon, Kürt dili edebiyatı bölümleri, Erbil'e konsolosluk... Dahası, Başbakan'ın cesur bir kararla Kürtçe mesaj vermesi. Bunlar inanılmaz adımlar, tabular birbiri ardına yıkılıyor.
Ve sürprizler...
Kürt sorununda açılım hep gündemdeydi ama Nazım Hikmet'e vatandaşlık iadesi konuşulmuyordu bile... Kabine, sessiz sedasız, gürültüsüz, tartışmasız bir kararla Nazım'ı doğduğu topraklara davet etti. Bir tabu daha yıkıldı, bir sorun daha halledildi. Nazım Hikmet, 1951 Haziran'ında Türkiye'den ayrılmış ve Rusya'ya yerleşmişti. O yılın Temmuz'unda ise vatandaşlıktan çıkarılmıştı.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bana tarihi kararın hikayesini anlattı:
'Projenin mimarı kesinlikle Sayın Başbakan... Konya'da Şeb-i Arus töreninin gecesindeydik. Bana, 'Nazım meselesini ne yapacaksan, bir an önce yap artık' dedi. Ben de ortada bir vatandaşlık meselesi olduğunu söyledim. 'Tamam, hazırla getir' dedi. Bunun üzerine hemen İçişleri Bakanı'yla temasa geçip kararnameyi hazırlattım. Dün Bakanlar Kurulu'na getirdim. Orada da herkesin ittifakıyla vatandaşlık meselesi halloldu.
Türkiye iyi bir yolda ilerliyor. İnşallah bütün sorunlarımızı böyle aşacağız...'
Demek karar, 'Ne olursan ol yine gel' atmosferinde alınmış. Ne güzel.
Hükümet, 58 yıl sonra Nazım'a, bir gençlik coşkusuyla terk ettiği ama kalbinden hiç çıkarmadığı ülkesinin vatandaşlığını iade etti.
Günay'ın da bu adımda şüphesiz büyük rolü oldu. O'nu da tebrik etmek lazım.
Korkular, kompleksler, önyargılar ve takıntılar Türkiye'nin önünü kapatmasın.
Aman böyle devam...
Star Gazete