Dün, "Yahudi Kültürü Avrupa Günü" münasebetiyle İstanbul'daki Neve Şalom Kültür Merkezi'nde "Birlikte Yaşamak Kültürü" konulu bir panel düzenlendi. Panelin moderatörü Prof. Dr. Binnaz Toprak'tı, konuşmacıları da Prof. Dr. Ethem Eldem, yazar Mario Levi ve bendeniz idik.
"Yahudi cemaati tarafından 'birlikte yaşamak' konulu bir panelin düzenlenmesinde, Türkiye'deki Yahudi düşmanlığı potansiyelinin İsrail'in Gazze operasyonunu izleyen Davos hadisesi ertesinde iyice açığa çıkması etkili olmuş mudur?" diye düşündüm...
Sorunun cevabını bilemem ama sezgim etkili olduğu yönündedir.
Davos olsun ya da olmasın, Türkiye'deki küçük Yahudi cemaatinin "birlikte yaşayabilmek" ya da "yaşayamamak" sorunsalı etrafında zaten yeterince kaygı biriktirmiş olduğunu anlıyorum.
Ancak, hangi cemaatin mensubu olurlarsa olsunlar, bu ülkenin vatandaşlarının, cemaatlerinin öznel kaygılarının ötesinde, ülkenin genelindeki duruma bakınca toplumsal istikrar ve barışın devamı hususunda endişelenmek için yine yeterince neden bulacakları kanaatindeyim. Neticede vatandaşı olduğumuz bu ülke hepimizin.
Kaygılar ortak...
Ben de en az bir Türk Yahudisi kadar kaygılıyım.
Dolayısıyla Yahudi cemaatini "birlikte yaşamak" konulu bir panel düzenleyerek ülkenin genel tartışma gündemine hitap etmiş olmasından ötürü kutluyorum. Zaten biz de panelde Yahudi cemaatinin öznel endişelerinden ziyade Türkiye toplumundaki "birlikte yaşayamama" sıkıntısını konuştuk.
Kendimizi "birlikte yaşamayı" tartışır halde bulmuş olmanın, bir olumlu, bir de olumsuz yönü var...
Olumlu, çünkü "Seninle birlikte yaşamayı kabul ediyorum; gel bunu nasıl başarabileceğimizi konuşalım" demek, "Seni sen olarak kabul ediyorum; bir ve aynı değiliz; kendin olma hakkına ve kimliğine saygım var; seni kendime benzetmeye niyetim yok" demektir ki, bunu diyebilmek, demokratik yurttaşlık kültürünün yerleşmesi için bir ön koşuldur.
'Yurttaşlık projesi çöktü'
Nitekim Ethem Eldem de konuşmasında özetle, Osmanlı'nın modernizm öncesi toplumunda gettolaşmanın var olduğuna, grup ve cemaatlerin ayrışarak yaşama eğilimine dikkat çektikten sonra şu çarpıcı tespitte bulundu: "Bizim moderniteyle bunları aşıyor olmamız gerekirdi ama durum öyle değil. (...) Cumhuriyet'in yurttaşlık projesi çöktü; bunun yerine Cumhuriyet bir mizansen yarattı."
Gerçekten de bugünkü büyük meselemiz, devleti modern bir devlete ve toplumu da modern yurttaş bireylerin birlikteliğine dönüştürme meselesidir.
Bunu yapabiliyor muyuz? Herhalde kendimizi bu konuda çok da başarılı bulmuyoruz ki, "birlikte yaşamak kültürü" başlığı altında paneller düzenliyoruz. Birlikte yaşamayı başaramayacağımızdan ve çatışmaya sürükleneceğimizden endişe ediyor olmalıyız. "Birlikte yaşamayı" tartışıyor olmamızın olumsuz yönü de bu...
Son döneminde "Soğuk Savaş" konjonktürünün dışarıdan temin ettiği payandalar ile güç bela ayakta tutulmuş bir yapı, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana çatırdıyor...
Yeni bir model üretmeliyiz
Eski yapı, kültürel ve etnik kimlikleri siyasallaştırırken ve bu siyasallaşma eski tarz hayatımızı sürdürerek birlikte yaşamayı imkânsız hale getirirken, açmazdan elbirliğiyle bir "birlikte yaşama" modeli üreterek çıkmayı becerebilecek miyiz?
Bunu becermenin yolu yine siyaset ve demokrasidir.
Binnaz Toprak "birlikte yaşama kültürü"nün içselleştirilmesinde eğitimin önemine dikkat çekti... Mario Levi ise Türk toplumunun yaslarıyla yüzleşerek kendisini bulması için bir terapiye ihtiyacı olduğundan söz etti.
Haklılar... Ama bunu başarmanın yolunu da siyaset bulacak.
Mevcuttaki siyaset sınıfıyla mı olacak bu?
İktidar, toplumu dinci-muhafazakâr eksende cemaatleştirmek için bir toplum mühendisliği projesini var gücüyle uygulamaya koymuş...
Muhalefet ise eski yapının muhafızlığına soyunmuşken kaygılı olmamak mümkün mü?
Kaynak: Milliyet