Bu aralar hepimiz Amerikalıyız. Bunu söyleyerek sadece Amerika Birleşik Devletleri'nin yaşadığımız dünyanın gidişatına olan etkisini kastetmiyorum. Yaşadığımız dünya Amerikalıların dünyası. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse Anglo-Amerikan yapımı bir dünyada yaşıyoruz. Amerika büyük bir tesir gücüne sahip. Bu gücü nasıl kullanacak? Başkanlık seçimlerine dair sormamız gereken soru budur. Seçimin nasıl olacağı açık gözüküyor: Çatışmalarla dolu bir dünyaya inananlarla ve işbirliğine inanlar arasında bir seçim.
Council on Foreign Relations adlı araştırma kurumu mensubu Walter Russell Mead yeni ve çarpıcı kitabında bugünün Amerika'sını 17. yüzyıl Hollanda'sında doğan, 18. ve 19. yüzyıl İngiltere'sinde gelişen ve 20. yüzyılda da Amerika'da devam eden bir küresel güç geleneğinin devamı olarak tanımlıyor.* Bu düzenin adı "Anglo-Amerikan" dünya düzeni.
Nedir bu düzen? Üç temel özelliği var: Denizcilik üzerine yoğunlaşmış, küresel ve askeri güçle iktisadi gücü birleştiriyor. Anglo-Amerikanlar farklı bir medeniyete sahip: Sivil fakat savaşa yatkın, ticari fakat ahlakçı, bireyci fakat organize, yenilikçi fakat muhafazakâr, idealist fakat acımasız. Düşmanlarına göre zalim, yüzeysel ve ikiyüzlü. Dostlarına göre ise özgürlüğün ve demokrasinin kaynağı.
Geçtiğimiz üç yüzyıl içinde Anglo-Amerikanlar dünyaya yöneticilerinin seçimle başa gelen hükümetlere karşı sorumlu olduğu büyük ülkelerin hâkimiyetini getirdiler. Pazar merkezli kapitalizmi merkeze oturttular, sanayi ve teknoloji devrimlerini gerçekleştirdiler. Birçok güçlü düşmanı mağlup ettiler: İspanyol İmparatorluğu, krallık ve imparatorluk Fransa'sı, imparatorluk ve Nazi Almanya'sı, militarist Japonya ve yakın zamanda Sovyet komünizmi. Hindistan'da Babür İmparatorluğunu, Japonya'daki hâkim derebeylerini mağlup ettiler, dolaylı olarak da İmparatorluk Çin'in hanedanını ortadan kaldırdılar.
Anglo-Amerikanlar birçok karşıt fikirle mücadele ettiler. Marksizm, modernliğin getirdiği en önemli alternatifti. Marksizm'in bir düzen olarak çöküşü Francis Fukuyama'ya "tarihin sonunu" yazma fırsatını sundu. Liberal Demokrasinin modernlikle uyumlu tek düzen olduğunun kanıtlandığını savunuyordu.
Son üç asırdır tarih anlatımı Anglo-Amerikan devrimin zaferi ve bu devrimin yok ettiği, mağlup ettiği aşağıladığı ve hepsinin üstünde dönüştürdüğü medeniyetlerin ve halkların tepkileri etrafında dönüyor. İngilizler ve Amerikalılar kendi hâkimiyetleriyle birlikte dâhili dönüşümleri de getirdiler. En güçlü medeniyetler-İslam, Hind ve Çin-bile çaresiz kalmıştı. İngilizler ve Amerikalılar yaptıkları müdahalelere iyi niyetli ve sonuçlarının faydalı olduğu yönünde bakmaya meyillidirler. Ama dünyanın geri kalanı böyle düşünmüyor. Bu kitabın iyi yanlarından birisi de 14. Louis'den Usame bin Ladin ve Vladimir Putin'e kadar Anglo-Amerikanlara duyulan nefret ve aşağılamayı takdir etmesidir.
Öyleyse bu düzen ve onun şekillendirdiği dünyanın geleceği 21. yüzyılda nasıl olacaktır? Bunun hâlihazırdaki başkanlık seçimleri ile ne alakası vardır?
İlk ve en önemli nokta dünyanın bugün devasa bir pazar ekonomisine geçmiş olması ve küreselleşmedir. Bu bütünleşme dünyanın iki devini, Çin'i ve Hindistan'ı dönüştürüyor. Sonuç olarak da Amerika göreceli bir iktisadi düşüşe girmiş bulunuyor.
İkinci olarak, önümüzdeki çeyrek yüzyıl boyunca Amerika dünyanın en güçlü, en teknolojik ve en yenilikçi ekonomisine sahip olmaya devam edecektir. Bu süre zarfında dünyanın en güçlü askeri gücüne sahip olacaktır ve dünyanın en kuvvetli küresel gücü olacaktır. Tek küresel güç olarak kalacaktır.
Üçüncü olarak, Barack Obama ve John McCain de Amerikalı. Amerika'dan bakıldığın da göze çarpan şey farklılıkları. Dünyanın geri kalanına göre ise benzerlikleri göze çarpıyor. İkisi de Anglo-Amerikan geleneği yansıtıyorlar, bir kültür geleneği olarak, ataları bakımından değil. İkisi de Amerika'nın kaderine ve onun büyük gücünün cömertliğine inanıyorlar.
Ama bu gelenekteki farklı öğeleri de yansıtıyorlar: Çatışma ve çözüm içgüdüleri. Çatışma düşmanlarını ararken çözüm antlaşmalar arıyor. Biri iyilik ve kötülük ekseninde kendini kuruyor, diğeri uzlaşı zemininde buluşuyor.
Bush yönetimi çatışmacı görüşün bir takipçisiydi. Kötülüğe karşı savaşmak için onu benimsemişti.-en akla gelen örnek işkence olabilir. McCain de kötülüğe karşı bir savaşçı. Başka bir büyüleyici kitapta Robert Kagan, yeni-muhafazakârların en zekilerinden, dünyanın yeni çatışma alanlarını ortaya koydu.**Kagan'a göre Dünya demokrasileri "büyük despot güçlerle birlikte İslamcı radikalliğin" oluşturduğu tehlikeye karşı birleşip savaşmalılar. Bu bir ucu Çin'den Rusya'ya öteki ucu ise İran'dan Usame bin Ladine uzanan mükemmel bir "kötülük ekseni" oluşturuyor.
Bu görüş, cazibeli, makul ve tehlikelidir. Tehlikeli çünkü gerçekleştirilmesi gereken bir kehanete dönüşebilir. Tehlikeli çünkü dünya gittikçe küçülüyor ve küresel sorunların üstesinden gelirken işbirliği kaçınılmaz hale geliyor. Tehlikeli çünkü sözde despot iktidarlar düzene hayati bir tehdit taşımıyor ve meydan okuyucu yeni fikirler getirmiyorlar. Bu görüş ufak düzeyde bir tehdide karşı verilen olağanüstü abartılı bir karşı tepkidir.
Bir batılının Çin'in ve Rusya'nın yönetim biçiminden hoşlanmaması makuldür. Ama tarafsız her gözlemci ifade edecektir ki bu ülkeler otuz sene önceki ülkeler değildirler. Özellikle de bu dünya ekonomisiyle bütünleşmek isteyen ve buna mukabil Çin toplumunu dünyaya açan Çin için geçerlidir. Bu hareket demokrat bir Çin'e gider mi bunu kimse kestiremez. Ama bunu gerçekleştiren kişi kesinlikle cesur biri olacaktır.
Bu başkanlık seçimleri Anglo-Amerikan küresel iktidarının muhtemelen son bölümünün kişiliğini belirleyecek. Esas soru Amerikan halkının işbirliğini mi yoksa çatışmayı mı seçeceği sorusudur.
Ne McCain ne de Obama gerçekte tek bir seçeneği kucaklayıcı olamayacak. İki yaklaşımdan sadece birinin sorunlara cevap olmayacağı gibi. Ama eğilimlerdeki farklılık çok açık. Amerika yeni bir haçlı seferi için mi hazırlanıyor? Yoksa masaya oturup dünyanın geri kalanı ile konuşmaya mı hazırlanıyor? Günümüzün karmaşık dünyası için doğru yaklaşım karşılıklı anlaşmayı taviz vermekle eş gören düşünce değildir. Seçim gayet açık. Bu seçim bizim çağımız belirleyecek.
*God and Gold: Britain, America and the Making of the Modern World (New York: Alfred A. Knopf, 2007); ** The Return of History and the End of Dreams (London: Atlantic; 2008).
Dünya Bülteni için çeviren: Harun Coşkun