Britanya Başbakanı David Cameron’ın Gazze hakkında söyledikleri yeni değildi. Daha önce de burasının dev bir açıkhava hapishanesi olduğunu söylemişti ve şimdi buna ‘kamp’ sözcüğünü eklemesi söylemi sertleştirmeyi amaçlamıyordu. Bu sözlerini Cameron’ın ihtilafa dair bugüne kadarki en güçlü müdahalesi haline getiren şeyse, Türkiye’de, İsrail’in eski müttefiki, yeni belalısı olan ve Gazze’ye giden filoya saldıran İsrail güçlerini
Somalili korsanlarla kıyaslayan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanında konuşuyor olmasıydı. Buradan çıkarılacak ders şu: Bir Britanya başbakanı, Westminster’daki üslubunu Ankara’da değiştiriyor.
Bu da Türkiye’nin ne kadar önemli bir bölgesel güç haline geldiğini gösteriyor.
Türkiye’nin nüfuzunun ciddi biçimde genişlemesi, sadece hiperaktif Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun eseri değil. Türkiye Suriye ve Irak’la anlaşmalar imzaladı. Sudan Devlet Başkanı Ömer Beşir’i iyi bir Müslüman diyerek savundu. Brezilya’yla birlikte, İran’la bir nükleer takas anlaşması kotardı ki, hâlâ krize çözümün parçası olabilecek bir öneri bu. Türkiye Rusya’yla ilişkilerini dönüştürdü ve güneydeki Özbeklere karşı etnik temizlik girişimi sonrası Kırgızistan’a koşan ilk ülkeydi. Türkiye’nin temas noktalarını birleştirdiğinizde ortaya Ankara’nın etrafını saran geniş bir alan çıkıyor ve muhalefetin Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nu diriltmek istediğine dair alaylarında biraz olsun coğrafi hakikat olduğu görülüyor.
Türkiye, AB’nin genişlemeye dair yaşadığı sorunlar nedeniyle yapmayı bıraktığı şeyi yapıyor. Yumuşak gücünü etkin bir biçimde kullanıyor. Türkiye’nin Hamas veya İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedicad’a bakışının ABD ve AB’nin tutumundan farklı olması, arabuluculuk rolünü daha da cazip hale getiriyor. İşte bu nedenle
Cameron, Avrupa’nın çoğunluğunun şu an kaybedilmiş bir dava olarak gördüğü şeyi, yani Türkiye’nin üyeliğini durmadan vurgulayıp öne çıkarmakta esasen haklı. Mesele sadece Türkiye’nin hızlı büyüyen bir ekonomiye veya genç bir işgücüne sahip olması değil. Mesele, ABD ve AB’nin bölgedeki birçok kilit önemdeki politikasının başarı kaydedemediği veya çıkmaza girdiği bir ortamda, Türkiye’nin bize gerçekten de büyük yardımı dokunabilecek olması.
Eksikliklerini de unutmayalım
Türkiye’deki insan haklarıyla Avrupa normları arasındaki mesafeleri görmezden gelelim ya da seçimler yaklaşırken AKP’nin girmek üzere olduğu siyasi karışıklık dönemini dikkate almayalım demiyoruz. Keza, Cameron’ın tutumundaki çelişkileri de (Türkiye’nin adaylığını övmek, fakat milyonlarca Türk işçi kapıyı çaldığında korkuyla geri adım atmak) hiç yabana atmıyoruz. Fakat bunların hiçbiri, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya laik, Müslüman çoğunluklu bir köprü kurmanın değerini azaltmıyor. (Başyazı, 28 Temmuz 2010)
Kaynak: Radikal