Bugün hepinizin affına sığınarak, gündemi yakından ilgilendiren bir konuyla ilgili isyanımı dile getirmek istiyorum.
Herkes hatırlayacaktır. 1 Ağustos 2009’da Polis Akademisi’nde bir toplantı düzenlendi. Kamuoyunda ‘Kürt Çalıştayı’ denilse de, toplantının resmi başlığı “Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru” idi.
Buraya kadar bir sorun yok. Hatta MHP lideri Devlet Bahçeli’nin katılımcıları hedef alan ‘12 Kötü Adam’ benzetmesine de aldırış etmedik.
Asıl sorun, daha doğrusu haksızlık, açılım sürecinde yaşanan aksiliklerle birlikte ortaya çıktı. Ağzını açan bu toplantıya atıf yaparak, açılım sürecinin ölü doğduğunu, böyle bir katılım profilinin yanlış olduğunu ve bu yüzden işlerin ters gittiğini yazıp söylemeye başladı.
Daha dün ekranda, üstelik çok saygı duyduğum bir gazeteci, açılımın gazetecilerle konuşularak başlatılmasını eleştiriyordu. İşler yolunda gitmeyince kurban bulmak ne kadar kolay!
***
İzninizle önce herkesin ‘gazeteciler’ deyip geçtiği katılımcıları hatırlayalım. Prof. Deniz Ülke Arıboğan, Prof. Mümtaz’er Türköne, Prof. İhsan Dağı. Prof. Mithat Sancar, Dr. İbrahim Kalın, Hasan Cemal, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar, Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Ruşen Çakır, Muharrem Sarıkaya, Okan Müderrisoğlu, Ali Bayramoğlu ve bu satırların yazarı.
İkide bir ‘Açılım sürecini gazetecilerle başlatmak yanlıştı’ diyenler, toplantıda kimlerin yer aldığını okuma zahmetine bile katlanmıyor. Yukarıda gördüğünüz gibi liste gazeteci ve akademisyenlerden oluşuyor. Deniz Ülke Hoca’yı, Mümtaz’er Türköne’yi, İhsan Dağı’yı, İbrahim Kalın’ı ya da Mithat Sancar’ı gazeteci olarak değil, akademisyen kimlikleriyle tarif etmek herhalde daha doğru olur.
Hadi bunu da geçtik. Diyelim ki bu isimlerin hepsi gazeteci kimlikleriyle oraya çağrıldılar.
Peki hepsini ‘aynı görüşte’ diye tanımlamak da nereden çıkıyor! (Oktay Ekşi, hepsi ‘ver kurtulcu’ bile demişti.) Toplantının kuralları gereği, orada yapılan tartışmaları mümkün mertebe dışarı yansıtmadık. Ama oradaki herkes benzer görüşler mi ifade etti? Kesinlikle hayır. Aksine çok farklı tezler savunuldu, tartışmalar yaşandı. Eğer günü geldiğinde tutanaklar açıklanırsa, ‘Hepsi aynı görüşte olan birtakım adamları oraya toplamakla bu işler olmaz’ diyenler bakalım ne diyecek.
***
Gelelim en büyük haksızlığa. Doğrudur; memleketimizde bir gün öyle, bir gün böyle diyen meslektaşlarımız yüzünden gazetecilik ciddi bir itibar kaybına uğramıştır. Dün ‘Barzani ailesi Yahudi’ çıktı diye başlık atanlar, bugün ‘Yoksa devletimizi yönetenler Barzani’nin Yahudi olduğu yönündeki şahane komplo teorisine mi inanıyor’ diyebilir. Bunlar bizde olağan işlerdir.
Lakin, insaf edelim, hem de iki kez insaf edelim. Polis Akademisi’ndeki toplantının katılımcıları, Kürt meselesi üzerine defalarca yazmış, emek sarf etmiş ve kafa yormuş isimler. Onların kariyerini ve hukukunu savunmak benim işim de değil, haddim de. Şu kadarıyla yetineyim; keşke orada dile getirilen bazı tezler cesaretle ortaya konulabilseydi. İnanın bugün başka bir yerde olurduk.
Bu işler gazetecilerle tartışılır mı diyenlere, kendi adıma son söyleyeceğim şudur:
1990’ların başından itibaren bu konulara ilgi gösteriyorum. Geçtim Diyarbakır’ı, Van’ı, Hakkari’yi; kimse yolunu bilmezken Erbil’e, Süleymaniye’ye giderek olup biteni anlamaya gayret ettim. ‘Fazla tevazu kibirdendir’ deyişine uygun olarak, buradan hodri meydan diyorum. Kürt meselesini ve yıllardır boğuştuğumuz terör belasını; tarihiyle, iç ve dış dinamikleriyle, gelecek perspektifiyle isteyenle istediği zeminde tartışmaya hazırım.
Bu kadar haddini bilmezliğe daha nasıl cevap verilir ki.
Kaynak: Star