Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Salı günü Şam'a gidiyor. Muhtemelen Türkiye-Suriye ilişkilerinde son yıllarda gerçekleşen en gergin/hassas ziyaret olacak.

Daha ziyaret gerçekleşmeden Suriye yönetiminden mesaj geldi. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın danışmanı Buseyna Şaban, 'Eğer Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Suriye'ye açık bir mesaj verecekse, silahlı terörist grupların sivillere, askerlere ve polislere karşı gerçekleştirdiği vahşi cinayetler ve suçları kınamayan Türkiye'nin duruşu hakkında daha kararlı bir cevap duyacaktır' dedi.

Bu mesaj, kuşkusuz Başbakan Erdoğan'ın şu sözlerine cevap:

'Artık sabrın son anlarına geldik ve bunun için de bu süreç içinde Salı günü Dışişleri Bakanı'mı Suriye'ye gönderiyorum. Bu görüşmelerde mesajlarımız artık kendilerine kararlı bir şekilde iletilecektir. Bundan sonraki süreç verilecek cevaba ve uygulamaya göre şekillenecektir.'

Başbakan Erdoğan, Suriye'de ortaya çıkan olayların ardından aylar önce seçim meydanlarından yaptığı uyarıyı bir kez daha tekrarlıyor:

'Biz Suriye konusunu bir dış mesele olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü bizim Suriye ile 850 kilometre sınırımız var, akrabalık, tarih, kültür bağlarımız var. Dolayısıyla burada olanlar bitenler, bizim asla seyirci kalmamıza fırsat vermez. Tam aksine oradaki sesleri duymak zorundayız, duyuyoruz ve tabii ki gereğini de yapmak durumundayız.'

Bu satırları iyi okumak zorundayız. Zira, Yüksek Askeri Şura'dan Türkiye'de yaşanan kritik bazı olaylara kadar pek çok başlık, bu parantezde anlaşılmak zorunda.

Muhtemelen Erdoğan'ın bu tepkisinin ardından, Türkiye'nin Suriye politikasının aniden değiştiğini öne sürenler çıkacaktır. Oysa dikkatle bakılırsa, toplamda devlet politikasında ve uygulayıcı olarak hükümetin yaklaşımında değişen bir durum yok.

Daha önce de vurgulamaya çalıştım. Türkiye'yi yönetenler, karar vericiler, Suriye'ye zeytin dalı uzatırken, karşılarında nasıl bir rejimin bulunduğunu, her an hangi çatışmaların gün yüzüne çıkabileceğini pekala biliyordu.Ortaya çıkan manzara Ankara için sürpriz değil anlayacağınız.

Başbakan Erdoğan, başından itibaren Beşar Esad'a reform çağrısında bulundu. Ancak oğul Esad taktik çıkışların ötesinde bu konuda sahici bir hamle yapmadı. Daha kötüsü, babasının yolundan giderek hafızalarda sembolik olarak büyük bir öfke biriktiren Hama'da yeniden katliam yapmayı tercih etti. Türkiye'nin ses tonunun giderek sertleşmesi, tam da bu noktaya işaret ediyor. Çünkü Esad yönetimi, artık reformların sonuç vermeyeceği bir aşamaya getirdi işleri.

Ankara'dan gelen son açıklamanın ve ardından üst düzeyde gerçekleşecek temasların (eğer iptal edilmezse) hedefi, öncelikle Şam yönetimine yolun sonuna geldiğini hatırlatmak. Aynı zamanda daha fazla kan dökülmeden, ülkedeki geniş kesimlerin iktidarda temsilinin yolunu açan bir sürecin başlatılması.

Elbette Suriye konusundaki her tartışmanın bir yanında İran var. Bu da gidişatın Ankara-Tahran hattında yeni gerginliklere gebe olduğunu da söylüyor bize. Ancak şu gerçeği hatırdan çıkarmayalım. Şu ana kadar, özellikle Irak örneğinde olduğu üzere Türkiye'nin politik önceliği, komşularını bir siyasi kart olarak kullanmak yönünde şekillenmedi. Aksine bölgede yeni bir ateşin daha yanmaması için çırpındı Ankara.

Afganistan ve Irak örnekleri gösterdi ki, dışarıdan yapılan müdahaleler, işleri eskisinden çok daha kötüye götürdü. Bunu Şam'ın doğru okuması ve Ankara'dan uzanan elin tokat değil, barış eli olduğunu görmesi gerekiyor. Hem de acilen.

Star