Türkiye demokratikleşiyor.. Halkın kendi kendini yönetimi anlam kazanıyor, Kemalizm'le eşanlamlı kullanılır hale getirilen "Cumhuriyet" kendine dönüş yapıyor. İçinin boşaltılması çabaları da böylece bir nebze boşa çıkmış oluyor.
"Ne oldu, nereden çıktı bu, şu günlerde ortada demokratikleşme paketi yok, Anayasa değişikliği henüz yok, Avrupa Birliği kriterleri yok" demeyin. Zira paketlerin geçirilmesi, ellerin kalkıp kalkıp inmesi, kanuni düzenlemelerin yenilenmesi demokratikleşmeye yetmiyor. Değişikliğin halka yansıması, sokağa inmesi gerekiyor. İşte o zaman "Türkiye değişiyor!" diye müjdeleyebiliriz. Kaldı ki bu da oluyor işte! Açık topluma, çoğulculuğa, çok kültürlülüğe adım adım ilerliyor Türkiye.
Cumhuriyet Bayramı kutlamaları bu yolda sağlanan ilerlemenin en son örneğini teşkil etti. Cumhuriyet yönetimi, devlet erkanı halkıyla buluştu. Burada Sayın Cumhurbaşkanı'nı kutlamak lazım. Resepsiyon krizini aşmak için yapılan manevra bence onu ve AK Parti'yi bir değil iki defa galip kıldı. Pragmatik sebeplerle yapılan bu manevranın okumasını yapalım: Cumhurbaşkanı Gül, karısını protesto eden kesimi, kırmızı halı "atlattıran" krizi durdurmak için davet sayısını ikiye çıkardı. Birini gündüze aldı. Gündüz davetiyle başörtülü kadını "vebalı" görenleri gün ışığında ağırladı. Ama mesajını da verdi: Benim eşim yok, sizin eşiniz de yok. (Benim eşime saygı yok, sizinkine de benden yok diye okumuyorum bunu elbette). Evet biliyorum, bununla birçoklarının haklı olarak endişeyle seslendirdiği gibi kamusal alan "kadınsızlaştırılmış" oldu, ama bu da "malum erkânın" gayretleri sonucunda oldu. Yani burada Cumhurbaşkanı Gül veya AK Parti'yi sorumlu tutmak mümkün değil. Bir kesim, oyun edelim derken oyuna geldi, kendi eşlerinden de oldu sonuçta.
Ertesi gece Cumhurbaşkanlığı Konutu'nda gerçekleştirilen Cumhuriyet kutlamaları ise halkı temsil eder şekilde gerçekleşti. Bayram da onların bayramı değil miydi zaten? Türkiye mozaiğini temsil eden kitle ağırlandı, yedi, içti, sohbet etti, mutlu ayrıldı. Başörtülü kadını vebalı sayan erkân ne yaptı? Geçmişte de olduğu gibi halka mesafeli kaldı. Halkına karışmadı. Alıştığı gibi de kutlayamadı... İşler yürüdü... Küsülenin haberi bile olmadı... İnsanın içinden "Bırakın da halk kutlasın kendi bayramını" diyesi geliyordu... Öyle de oldu. Şimdi, şu PKK belasından savaşa bulaşmadan, canı cana kırdırmadan, derin devlete bıyık altından sinsice gülümseme hazzını tattırmadan çıkabilirsek yolumuz açıktır. Cumhuriyet cumhura kutlu olsun!
"PAPERMOON'DA SAYGI DURUŞU GERGINLIĞI"
Haberi okuyunca bu Türkler gerçekten de çılgın dedim içimden. Meşhur mekanda yemek yiyen "sosyetenin ünlü ismi" bir an ayağa fırlamış, herkesi susturmuş ve şehitler için saygı duruşuna davet etmiş. Etmekle de kalmamış hanımefendi: "Burası bunun yeri mi?" diye itiraz edenlerle de tartışmaya girmiş, zor yatıştırmışlar. Ancak Türkiye'de olabilecek bir garabet. Olaya şahit olanlardan birinin yabancı bir turist olduğunu düşünün. Ne düşünür adam/kadın? Bu bana Ortadoğu politikası uzmanı Yael Navaro-Yashin'in Devletin Yüzleri: Türkiye'de Laiklik ve Kamusal Hayat isimli kitabında naklettiği, kendi başından geçen bir hadiseyi hatırlattı.
Yazarın 1995 yılında yaptığı İstanbul-New York seyahatinde uçakta bulunan bir Türk adam, bir başka yolcuya müdahale ediyor. Kravat ve ceketiyle iki dirhem bir çekirdek Türk er kişi, yolculuğun ilerleyen saatlerinde, uçağın genişleyen bölümünde yere oturmuş vakit geçiren Arap asıllı olduğunu düşündüğü bir başka erkek yolcudan rahatsız oluyor ve bir taraftan yerde oturan adamı tekmelerken, diğer taraftan da bağırıp çağırıyor: "Kalk! Kalk! Nerede olduğunu zannediyorsun? Trende mi!? Bu Türk Hava Yolları! Söyleyin bu adama kalksın yerden! Bu bir Türk uçağı! Yerde oturamazsın böyle!" Yerde oturan yolcu neye uğradığını anlamıyor tabii. Karısı hostesleri çağırarak, adamı kocasından uzaklaştırmayı başarıyor. Türk er kişi, tekmelediği Arap asıllı Amerikalı yolcunun, seyahatin geri kalan kısmında nerede oturduğunu kontrol etmek için arada bir geliyor, bakıyor. Olayı şaşkınlık içinde izleyen yazar, o zaman, Türkiye'deki laik yapı ve milli kimlik üzerine düşünmeye başladığını ifade ediyor.
Batıcılık adına "zorla" yaptırımın meşrulaştırıldığı bir ortamda beynine küçüklüğünden beri Türk üstünlüğü ve "müdahelecilik" nakşedilmis er kişi, "Arap" sandığı Amerikalı Müslüman yolcuya müdahale hakkını kendinde rahatlıkla buluyor. Hem de "dengesiz" addedilse bile. Amerikan toplumunda yere oturmanın pop kültürün bir parçası olduğunu, hele okyanus ötesi uçuşlarda bu tür tavırlara her zaman rastlandığını bilmeden çılgınlığını sergiliyor. Navaro-Yashin, Papermoon'daki olaya da şahit olsa, kitabında vurguladığı tezin doğruluğunu bir kez daha görmüş olurdu herhalde.
Kaynak: Vakit