Bu da nereden çıktı demeyin. O biliyor. Radikal'deki yazısında bana "gariban"lığı yakıştırmış. Konum bu olmayacak ama Çintay'a gazete haberlerini daha yakından takip etmesini tavsiye etmekle başlayalım yazıya. Öyle gözüküyor ki akademisyen/siyasetçi hayatımın deli temposuna ve okyanus öteliğime rağmen ben bile Çintay'dan daha Türkiyeli yaşıyorum.
Biraz dikkat sarfetseydi o yazının cevabi bir yazı olduğunu anlardı. Ayrıca madem bir şey söyleyecek, onu da araştırmacı-yazar genlerini devreye sokup bu köşede söylenenleri birinci elden okuduktan sonra söyleseydi de yazdıklarıyla, köşe yazımın "işe gelen" kesimlerini gazete ve haber sitelerine taşıyan meslektaşlarının yalancısı olmasaydı. İlahi! Dedim ya o da beni güldürdü. Armut piş ağzıma düşçülük insanı bu hale düşürürmüş. Hepimize ibret olsun. Şecaat arz ederken sirkatini söyleyen misali kendi aile garibanlığını ortaya sermiş olması da cabası...
Neyse biz asıl konumuza girelim; İsrail yaklaşık iki hafta önce Türkiye hava sahasını ihlâl ederek Suriye'ye savaş uçakları göndermiş, bizim de bundan İsrail uçaklarının attığı boş yakıt tankerlerini tarlalarında bulan köylülerimiz vesilesiyle haberimiz olmuştu. Hemen ardından hava sahamızı kullanma iznini kimin verdiği sorusu gündeme geldi. Genelkurmay'ın haberi olmadan böyle bir şeyin olması ihtimali zayıftı. O zaman Hükümet'in haberi var mıydı? Hükümet'in açıklaması gösterdi ki onların da haberi yokmuş. Düşününüz, demokrasinin inşasına uğraşıldığı bir ülkede seçilmişlerin bilgisi dışında, ordu, bir başka ülke ordusuyla işbirliği yapıyor. Bunu seçilmişlere bildirme zahmetinde bile bulunmuyor. İşin acayipliği bununla da kalmadı. Gözler askere çevrildi. Ama hâlâ ne bir ses ne bir seda... Dönüyoruz Cumhurbaşkanı'na. Başkomutan olarak ondan da gelen bir açıklama yok. Sayın Gül de emrindeki Genelkurmay Başkanı'na hesap sormuyor, halka hiçbir açıklama yapılmıyor. Sonra konuyla ilgili tek açıklama ülkemizde adeta İsrail'in avukatlığını kendine şiar edinmiş gazetede yayınlanıyor. Aynı gazete iki sene önce de İsrail'in Lübnan'a girişini "normalleştirmek", tepkileri aşağıya çekmek maksadıyla "Ne var canım bu kadar büyütecek" babından "Evet işgal altında şu kadar Lübnanlı hayatını kaybetti ama bir o kadar insan da ülkemizde trafik canavarının elinde ölüyor" gibi dramatik-trajikomik ve bir o kadar da anlamsız bir paralellik kuruyordu.
Benzer bir İsrailci refleksi bu hafta da gösterdi Hürriyet. Diyor ki, İsrail'e çok yakın bir emin kaynaktan yapılan açıklamaya göre Suriye Abdullah Öcalan'ı zamanında çok korumuş, e şimdi de İsrail gibi dost bir ülkeyle ki savaştığı ülke PKK'lı Öcalan'ı kollayan Suriye'ymiş, o zaman ipleri germeye değer miymiş... Haberde bu parlak fikirleri veren güvenilir kaynağın kim olduğu veya bu açıklamayı" alan" gazete yetkilisinin ismi verilmiyor. Belli ki Hürriyet bir kez daha İsrail sözcülüğü'nü canla başla yürütüyor. Bizse enforme olmak isteyen Türkiye vatandaşları olarak yetkililerden açıklama beklemeye devam ediyoruz.
"HAYAL KIRIKLIĞI VE İNTİHAR"
Anayasa değişikliği gündemiyle alakalı şu satırları okuyunca tepkiniz ne olur? "Muhafazakâr yaşam tarzı bulunmadığı halde AKP'ye destek vermiş önemli sayıda insan var. 'Beyaz Türkler' diye adlandırılan kitlede de AKP destekçisi insan sayısı hayli fazla. Bu insanlar AKP'ye demokrasinin genişletilmesi, çok uzun süredir ihmal edilmiş insanların ve değerlerin yeniden hatırlanması için destek verdiler. Bize göre bu tür insanların desteği AKP açısından geleneksel kitlesinin verdiği gözü kapalı destekten daha önemli ve anlamlı olmalıdır." Serdar Turgut'un bu satırlarını okuyunca ben açıkçası dehşete düştüm! Bir değil birkaç sebepten dolayı düştüm.
Demokrasilerin olmazsa olmazı "bir insan bir oy" esasını nasıl da hiçe saymayı teklif edebiliyor Turgut; anlamak mümkün değil. Şunu mu demek istiyor yoksa; "Onlar, yani senin tabanın, sabır taşına dönmüş, beş senelik ilk döneminde seslerini duymadığın tabanın, yaralarını sarmadığın, derman olmadığın tabanın beklesin! Sonsuza dek beklesin! Sen! Ben ve benim gibilere hizmet etmeye devam et! Benim sesimi duy! Benim dertlerime derman bul!" Turgut'un bu teklifi nasıl bir mantık silsilesiyse "demokrasinin genişletilmesi"nden, "uzun süredir ihmal edilmiş insanların" hatırlanmasından söz ederek, daha da kendisiyle çelişerek yapıyor olmasını da anlamak imkânsız. Devam ediyor: "Bu insanların çoğu Türkiye 'Daha demokrat, daha çağdaş, daha özgürlükçü bir ülke olur belki' diye AKP'ye desteklerini verdiler. Ama hepimiz büyük bir hayal kırıklığı içinde, umduğumuz geçişin o yönde değil, kendi yaşam biçimimize bir saldırı yönünde olabileceğini görmeye başladık."
Anlaşılıyor ki Turgut'un özlediği ülkede ancak onun gibilere var özgürlük. "Lütfedip" de AKP'ye oy verenler için var özgürlük de şimdi AKP diyet borcunu ödemeli onlara! Başını dilediği gibi örtüp insanca yaşama hakkına sahip olmak isteyene yok ama! Turgut'un özlediği Türkiye'de haklar, özgürlükler ancak onun gibiler için genişletilebilir! Başını örten için değil mesela!! Dinini öğrenmek, yaşamak isteyen için değil ama! Lafı geveleyip durmak yerine şunu şöyle söylesene Serdar Turgut: "Beyaz Türk olarak kalmak istiyoruuuuuz! İmtiyazlarımızla başbaşaaaa!"