Pazar günü ‘Avrupa Günü’ydü, yani 1950’de unutulmaz ‘Schuman Deklarasyonu’nun ilan edilişinin 60. yıldönümü. Fransa’nın o dönemdeki dışişleri bakanı, bu deklarasyonla Avrupa’nın kömür ve çelik sanayilerinin birleştirilmesini önermiş ve savaşla yıkılan kıtayı bugün Avrupa Birliği halini alan bir sürece sokmuştu. Fakat bu yılki Avrupa Günü pek de mutlu geçmedi.

Hafta sonuna girilirken, finans piyasaları, AB ve IMF’nin borç batağındaki Yunanistan’a vermeyi kararlaştırdığı yardım paketinden etkilenmemiş görünüyordu. Pazartesi günü avroya karşı spekülatif saldırıların artması tehlikesi söz konusuydu, ki bunun küresel ekonomi açısından vahim sonuçları olabilirdi.

Neyse ki AB’nin siyasi liderleri böyle bir felaketi önlemek yönünde kararlı davrandı ve İspanya’yla Portekiz gibi borç sorunu yaşayan hükümetlere 1 trilyon dolar değerinde finans desteği açıkladı. Piyasalar bunu sevinçle karşıladı; en azından şu an için bir başka ‘Büyük Panik’ yaşanmayacak. Bu pahalı fakat zaruri adımın kredisi sadece IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’i (ki kararsızlığı bir kenara bırakıp kısa vadeli tehditlerle yüzleştiler) değil, ABD Başkanı Barack Obama ve Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’yi de ilgilendiriyor. İkili, ABD’nin yeni yeni filizlenen ekonomik iyileşmesine de zarar verebilecek bir çöküşü önlemek için Avrupalı meslektaşlarına destek çıktılar.

Fakat Avrupa’nın bu soluklanma imkânı için ödemek zorunda olduğu bedelle ilgili yanılsamaya da kapılmamak lazım. Kabul edilen en riskli önlemlerden biri, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) uygulayacağı yeni bir politika; ECB, en riskli devlet tahvillerini bile son çare mahiyetinde satın almayı kabul etti. Piyasalar ECB’yi, üzerinde ancak spekülasyon yapılabilecek uzun vadeli güvenilirliği açısından doğuracağı sonuçlarla beraber, bu çizgiyi geçmeye zorladı.

Birleşik Avrupa’ suya düşebilir
Ve bu sadece bir erteleme. Geniş çaplı kurtarma, Avrupa hükümetlerine maliyelerine çekidüzen vermek yönünde zaman kazandırıyor. Bunu yapacaklarının garantisi de yok. AB üye ülkelerin koordineli mali disiplin sözlerini yerine getirmesi için daha sıkı yöntemler kabul etmeli, zira bu yapılmaksızın avro ayakta kalamaz. Bu arada en ağır borç altındaki üye ülkeler bütçe açıklarını azaltmakla kalmayıp, rekabet güçlerini artırmak ve büyümeyi tetiklemek için yeniden yapılanmalı. Ve AB’nin daha başarılı ekonomileri, bilhassa da Almanya, güney komşularını sonu gelmez borç ve kemer sıkma döngüsünden dolayı suçlayıp durmak yerine,  büyümenin ihracata daha az dayalı olacağı bir yenilenme içine girmeli.

Uzun yıllardır ertelenen değişimler, kurtarma paketlerinin ötesinde siyasi cesaret gerektirecek. Milyonlarca Avrupalı’yı zor günler bekliyor, ki birçoğu bir ideal (yani Avrupa’nın birliği ve ortak para birimi) uğruna niye bu kadar fazla fedakârlık yapmaları gerektiğini kuşkusuz soracaktır. Tek etkili cevapsa, daha müreffeh ve dinamik bir kıtanın önünü açmak biçiminde verilebilir. Avrupa’nın liderleri bu fırsatı kullanamazsa, kıtayı bekleyen kemer sıkma dönemi hiçbir işe yaramayacaktır ve 60 yıl önce başlayan birleşik Avrupa hayali suya düşebilir. (Başyazı, 11 Mayıs 2010)