ABD’nin Tahtı Sallanıyor; Revaçta, Şanghay İşbirliği Örgütü Var:

 

 

Uluslararası ilişkiler sistemi, içinde bulunduğumuz bilişim çağının özelliğine uygun olarak, olabildiğince hızlı bir değişim yaşıyor. Sistemin başat aktörleri bile, konumlarını muhafaza edebilmek için, sürekli olarak yenileşerek değişime ayak uydurmak zorunluluğunu hissediyorlar. Hatta ABD, Avrupa Birliği ve Japonya; altlarındaki zeminin kaymakta olduğu sürpriziyle karşılaşmış olmalarının telaşıyla, gizli görüşmeler yaparak “geriye gidişi durdurmak üzere” tedbirler almaya çalışmaktadırlar. Zira, onlar da görmektedirler ki; ilginç bir şekilde, bilişim çağında, insanlık tarihinin uzunluğu dikkate alındığında, çok kısa zaman dilimi içerisinde neredeyse bir deste “küresel aktör adayı” ortaya çıkmış bulunuyor. Bu kadar “başat aktör adayı” ve muhtemel “başat aktör adayları” dikkate alındığında; uluslararası sisteme yön veren ABD ve bağlaşıklarının işi oldukça zor görünüyor.

 

ABD ekonomisinin içinde bulunduğu kriz ortamları ve açmazlar bağlamında küresel sistemin işleyiş süreciyle ilgili öngörüde bulunulacak olursak; hâlihazırdaki tek kutuplu dünya sisteminin yegâne “küresel aktörü” konumundaki ABD’nin, mevcut durumunu sürdürmesinin imkânsız olduğunu söyleyebiliriz. Meseleye, ABD’nin alternatiflerinin ortaya çıkması realitesinden hareketle bakmamış olsak bile; içerisine sürüklenmekte olduğu bataklık nedeniyle ABD, “iflas, dağılma, parçalanma vs” gibi yöntemlerden biriyle, her geçen gün daha da hızlı bir şekilde “sonun başlangıcına” yaklaşmaktadır. Kaldı ki, 21.yüzyılda, ABD’nin tahtına oynayan çok sayıda “bölgesel aktör” mevcuttur. Dolayısıyla, gerek bölgesel aktörlerin “küresel aktör” olma yolunda yaptıkları hamleler ve gerekse “küresel aktör” konumundaki ABD’nin içerisine batmakta olduğu sorunlar birlikte değerlendirildiğinde; bilişim çağındaki değişim ve yeniliklere “öncü ve önder” rolüne soyunamayan ABD’nin, yakın bir gelecekte tamamen tahtını kaybedeceğini rahatlıkla iddia edebiliriz.

 

Hâlbuki 1989 yılında Sovyetler Birliği (SSCB) dağılmaya başladığında ve Aralık 1991 yılında da dağıldıktan sonra, ortalıkta konuşulmaya başlanan tezlerde, çok farklı şeyler seslendiriliyordu. Sanki iki kutuplu dünya sisteminin ortadan kalkmasıyla birlikte, tek süpergüç konumundaki ABD öncülüğünde “ebediyete kadar gidecek” bir Yeni Dünya Düzeni (YDD) kurulmaktaydı. Aksine, ilerleyen zaman gösterdi ki; SSCB’nin dağılmasının arkasındaki gerçek neden ABD değil, belki de bilişim çağı idi. Kuşkusuz, Doğu Bloğu ülkelerinin Batı Bloğu ülkelerine ekonomik anlamda bağımlı hale gelmeleri, silahlanma yarışını sürdürebilecek ekonomik güce sahip olmamaları ve insan onuruna aykırı sistemsel işleyiş biçimleri “SSCB’nin dağılmasında” çok büyük rol oynadı. Ancak, SSCB’nin dağılmasının arkasındaki gerçek neden, “bilişim çağı”na ayak uyduramayacak derecede geri ve hantal bir yapıya sahip olmasıdır. Benzer bir durum, henüz net ve açık bir şekilde ifade edilmese de, ABD için de söz konusudur. Gerçekten şimdilerde daha iyi görüyoruz ki, bilişim çağına ayak uyduramama ya da yeni çağın önde gidenlerinden olamama eksikliği, ABD’yi de kökten sarsarak bitme noktasına getirmiş; ama, SSCB’nin “tehdit edici” varlığı ve sonra da hayret verici bir şekilde ortadan kalkışının yaydığı puslu hava nedeniyle ABD, 2001 yılına kadar hiçbir sarsıntı geçirmeden varlığını sürdürmüştür.

 

O halde, denebilir ki; 20.yüzyılın iki başat aktöründen birisi konumundaki SSCB’nin 1991 yılında dağılmış olması “ABD’nin bir başarısı ve rakipsiz kalması” olarak değerlendirilemez. Zira SSCB’nin dağılmasına zemin hazırlayan “bilişim çağı koşulları” aslında ABD’nin dağılmasını da mukadder hale getirerek, ABD’nin “tek küresel aktör” olma vasfını 2001 yılında ortadan kaldırmıştır. Açıkçası, ABD ile SSCB’nin farklı yapıda sistemlere sahip olmaları nedeniyle; ABD’nin “başat küresel aktör” tahtından düşüşü, SSCB’nin dağılması gibi tam olarak dünya kamuoyunun önüne koyulamadı. Gerçekten SSCB, Doğu Bloğu ülkelerini “kendisine bağlı resmi bir eyalet” gibi idare ederken, onları kendi hallerine bırakmasının yaydığı kargaşa ve bunalımı açıktan açığa yaşarken; ABD,  Batı Bloğu ülkelerini “perde arkasından yönlendirme” yöntemine başvurması nedeniyle, eskiden Batı Bloğu mensubu olduğu dillendirilen ülkelerin şimdilerde ABD’nin politikalarına aykırı tavır takınmaları “dünya kamuoyu nezdinde” fazla bir kargaşa ve bunalıma neden olmamaktadır. Bu nedenle de, bilişim çağı vesilesiyle tahtı sarsılan ABD’nin, içerisine düştüğü perişanlık kolaylıkla kitleler ve hatta kimi safdil devletlerin dikkatinden kaçırılabilmektedir.

 

Gerçekte, mesela, sadece 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddedilmesi bile, Batı Bloğu’nun dağıldığının ve ABD’nin eski gücünü kaybettiğinin ispatlanması için kifayet eder kanısındayım. Aslında, nasıl ki Orta Asya ülkeleri, 1989 yılında dağılma belirtileri gösteren SSCB’ye başkaldırarak bağımsızlıklarını ilan etmişlerse; benzer bir biçimde Türkiye, 11 Eylül 2001 süreciyle birlikte “küresel başat aktör” konumundan düşmeye başlayan ABD’ye başkaldırarak 1 Mart 2003 tezkeresini TBMM’de reddetmiştir. Sonraki yıllarda Türkiye’nin “ABD kaynaklı olarak” yaşadığı sıkıntıları, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin 1990’lı yıllar boyunca yaşadıkları sıkıntıların farklı versiyonu olarak değerlendirebiliriz. Dolayısıyla burada, Türkiye’yi hâlâ daha ABD’nin politikalarına bağımlı “çevre ülke” olarak konumlandırmaya çalışan anlayışlara da çok önemli bir uyarı mesajı çıkmış oluyor.

 

ABD, “küresel aktör” konumunu kaybettiğini kendisi de iyi bildiği için, 11 Eylül sabotajını bizzat kendisinin gerçekleştirdiği çoğu merkezde konuşuluyor. Ne yazık ki, Şanghay işbirliği örgütü’nün ABD’ye alternatif olmaya başlaması gerçeğinin örtme gayretine giren “şaşkın ABD” yalpalamalarına ve ABD kaynaklı SOS sinyallerine rağmen; Türkiye’nin dış politikasına yön veren bazı çevreler, ABD’nin “blöf, şantaj ve gözdağlarına” boyun eğerek, Türkiye’nin parçalanmasına seyirci kalmaktadırlar. Aynı şantajın bir benzerini “11 Eylül sabotajıyla” Rusya ile Çin’in öncülük ettikleri Şanghay İşbirliği Örgütü’ne karşı yapan ABD, bu sebeple oluşan petrol krizlerinin etkisiyle, “artan petrol gelirlerinin sunduğu imkânla” Rusya ile İran’ı yeniden dirilme noktasına taşımıştır. Neticede, Şanghay işbirliği Örgütü, emin adımlarla ileriye doğru yürümekte ve ABD ile Avrupa Birliği (AB)’nin tahtını sallamaktadır. Söz konusu gelişme Türkiye’ye ders olmalı ve çok yönlü dış politik açılımının içerisine Şanghay İşbirliği Örgütü’yle diyalogu da almalıdır diye düşünüyorum.

 

 

Dr. Sıddık Arslan ([email protected])

AB-Uluslararası İlişkiler uzmanı Ve Siyaset Bilimi Doktoru