ABD, Ortadoğu için en iyisini bilirmiş gibi yapmaktan vazgeçip Müslüman bir ortak aramalı. Bunun için en mantıklı tercih, Türkiye.

Türkiye’nin dünyadaki güç ilişkilerinde hızla yükselmesi, 2010’un başlıca jeopolitik gelişmelerindendi. Keza İran’ın ciddi bir bölgesel güç olarak yükselişi de öyle. Bu iki ülke, gelecekte küresel gücün ana eğilimlerinden birinin ne olacağının habercisi: Orta çaplı güçlerin yükselişi. Ayrıca bu ülkelerin kendilerini gösterme gayreti, dünyaya hâkim olmaya alışmış güçlere (özellikle ABD’ye) karşı bir meydan okuma anlamına geliyor.

Tarihin değişmez yasalarından biri, büyük güçlerin yükselişi ve düşüşü. Ayakta kalanlarsa, dünyanın değişimine ayak uyduranlar. Ancak ABD, orta çaplı güçlerin yükselişine uyum sağlama niyetinde gözükmüyor; inkâr tavrı içinde donmuş ve bir başka dönem için şekillendirilmiş politikaların arasında sıkışıp kalmış. ABD çevik davranamadığı takdirde, hem küresel gücünü hem de iç refahını yitirme riskiyle karşı karşıya.

Sıkı ortak Suudiler ve İsrail
Washington, Ortadoğu’da artık varolmayan Soğuk Savaş’a özgü bir güvenlik ortamına göre biçimlenen politikalar güdüyor. Bu bölgede Suudi Arabistan ve İsrail, son 50 yılda ABD’nin en sıkı ortakları oldu. Ancak Suudi toplumunun Batı toplumlarıyla hiçbir ortak noktası yok ve ülkenin dünya çapında radikal İslam’ı desteklemek gibi bazı uzun vadeli amaçları, Batı’nın çıkarlarıyla çatışıyor. İsrail’se kendi kendini yok etme yolunda, uzun vadeli güvenliğinin tek garantisi olan bölgesel istikrara zarar veren adımlar atıyor.

Çıkar temelli ortaklık şart
İttifaklar ve ortaklıklar, gerçekleri ve çıkarları yansıttıkları sürece istikrar üretir. Ortadoğu’da ABD, sanki en iyisini sadece kendisi bilirmiş gibi davranmaktan vazgeçip, kendine Müslüman bir ortak aramalı. Bu minvalde mantıklı tercih, Türkiye. Uzun zamandır NATO üyesi ve hızla büyüyen kapitalist bir demokrasi olan Türkiye, İslam dünyasında da etkili. Türkiye ABD’den, tehdit ve yaptırım politikasını bırakarak, İran’a yönelik yaklaşımını değiştirmesini istiyor. Duygular yerine mantıklı çıkarlara dayalı bir yaklaşım öneriyor: Yani nükleer meseleyle sınırlı kalmayıp, İran’ın yeni rolünü tanıyacak ve ona bölgesel güvenlik düzenlemelerinde önemli rol verecek ‘büyük bir anlaşmayı’ hedefleyen önkoşulsuz görüşme teklifinde bulunmak. Hindistan da geçenlerde Washington’dan benzer isteklerde bulunmuştu. Fakat miadı dolmuş paradigmalara saplanıp kalan ABD, küresel koşullar değişmemişçesine aynı yolda devam ediyor.

İran, zarını seçim kazanan Hamas ve Hizbullah gibi Ortadoğulu güçler üzerinden atıyor. ABD’yse, Suudi monarşisi, Mısır’daki firavunvari rejim ve İsrail’de giderek radikalleşen siyasetçiler üzerinden. Gelecekte yeni bir dönemin ihtiyaçlarına cevap veren çıkar temelli ortaklıklar kurmak gerekecek.

Bunlardan biri, ABD’yi Türkiye ve İran’la ilişkilendiren bir ‘güç üçgeni’ olabilir. Bu iki ülke, iki sebepten dolayı dikkat çekici ortaklıklar kuruyor. Birincisi, toplumlarının uzun birer demokrasi deneyimi var; kısmen dış müdahalelerin neden olduğu zorunluluklardan kaynaklansa da İran, toplumuna layık bir hükümet üretebilmiş değil. İkincisi, bu iki ülkeyle Batı’nın güvenlikle ilgili birçok ortak çıkarı var. Türkiye’nin radikal İslam’a karşı bir dengeleyici güç olarak öne çıkarılmasıysa, hayati önemde bir öncelik olmalı. İran’a gelince, Irak’ın istikrara kavuşturulması konusunda eşi bulunmaz bir nüfuza sahip; Afganistan’da düzenin sağlanmasında yardımcı olabilir; dahası Kaide ve Taliban gibi radikal Sünni hareketlerinin de can düşmanı. Bu çıkarlar çakışmasının karşısında Batı’nın, Suudi Arabistan ve Pakistan gibi müttefik görünüp en azılı düşmanlarına destek veren ülkelerle ortaklık kurma mantığını sorgulaması gerek.

ABD macerayı bırakmalı
Mahir jeostratejistler küresel politikaların nasıl şekilleneceğini tahmin etmeye çalışırken, yeni gerçeklikleri hesaba katar. Bununla birlikte dış politika işinde durağanlık güçlü; ‘maharet’se az bilinen bir kavramdır. Bölgeleri bir bütün olarak yeniden değerlendirmek, bürokratların üstesinden gelebildiği bir iş değil. Üstelik Amerikalı liderlerin hesap etmesi gerekenler, bundan da ibaret değil. Yeni yüzyıl, nesiller boyu Amerika’nın stratejik düşünme biçiminin merkezinde bulunan bir kabulün de (Dünya, çekidüzen verilmesi gereken tehlikeli bir yer ve bu işi ABD’nin yapması lazım) sorgulanmasını gerektiriyor. 21. asır için daha hayırlı bir rotaysa, maceraları bırakıp yakın dostlara daha fazla kulak vermek olacak.
(The Guardian, 11 Ocak 2011)

Kaynak: Radikal