Yoksulların dini yalnız din değildir. Onu yalnızca din zannedenler "hakikatin" afyonunu yutanlardır.

Dikkat ettiniz mi hiç? İsrail yeniden vurmaya başladığından beri gazete sayfaları, internet siteleri aynı tür yazılarla dolu. Başlıklara ve isimlere dikkat etmezseniz hangisinin sağ, hangisinin sol olduğunu da anlayamazsınız. Herkes İsrail'i katliam yapmakla suçluyor.

Ama hiç kimse bu savaşın spesifik olarak kime ilan edildiğinden doğru dürüst bahsetmiyor. İsrail'in bu saldırısı bir savaş değil; bir yok etme saldırısı. Bu saldırı, Irak'ta olandan çok ayrı ve temel bir özelliğe sahip, bu anlamda da daha belirleyici ve önemli. Irak'ta olan dalları kesmekti. Zaten çökmüş ve çürümüş Baas iktidarına dayanan Saddam rejimini Amerika temizledi ve oraya yerleşti. Yani çürümüş bir ulus-devlet tasfiyesiydi olan. Şimdi ise Ortadoğu'nun yeniden yapılanmasına çomak sokan oradaki halkın iradesini temsil eden İslami örgütler hedef. El Fetih artık İsrail'in müttefiki. Çünkü her ikisi de var olanın devamını istiyorlar. Bizdeki solun bir kesiminin şu sıralar "devletçi" olması gibi. Bugün İsrail'in Hamas'a saldırması, Ortadoğu'da halkların iradesine saldırıdır. Almanya Başbakanı Merkel, yeniyıl mesajında, bütün bu olanlardan sonra, dünyanın gözünün içine bakarak "ama Hamas'ın terörü" dedi. Buradan İsrail'in kiralık bir tetikçi olduğu anlaşılıyor. O zaman bu saldırı yalnızca politik –kısa vadeli- çıkarların kapışması değil, iki ayrı dünyanın birbirine çarpmasıdır.

Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm'de (1983) "kültürel ideal olarak hakikat, afyon işlevini, belki de modern dünyanın tek ciddi afyon işlevini görmüştür" der. Hakikat öyle bir dayatmadır ki, verili kültürel normları geçerli, diğerlerini geçersiz kılar. Kalıplar yaratır, o kalıplar içlerinden ideolojileri çıkartırlar. Bu gizli ideolojiler, inançları, dinleri yönlendirir. Ekonominin verimli, hayatın düzenli ve idame ettirilir olması hakikidir. Ve kendi ideolojisini yaratır. Herkes bu hakikate göre karnını doyurur, geleceğini kurar. Buna göre muhalefet, buna göre muhafazakâr olur. 'Hakikate' göre yaşayan tokların dinleri, inançları, inançsızlıkları, muhalefetleri hep aynı kapıya çıkar.

Ama o hakikat artık büyük çoğunluğu tok tutamıyorsa orada açların dini, açların isyanı, açların ideolojileri başlar. Şimdi Türkiye'de sol da, sağ da; Gazze'de ölenlerin İslam, öldürenlerin de yoksulların dini üzerinden onların o 'hakikati' reddetmiş dünyalarına saldırdığını açıktan söyleme cesaretinde bulunamıyor. Sol, feodal-gerici bir ideoloji olarak gördüğü İslam'ın hedef alınmayacağını düşünüyor: "Zaten, Ortadoğu'da Radikal İslam'ı soğuk savaş döneminde, silahlandıran Amerika değil mi?" Sağ da muhafazakârlığının alâmetifarikası olarak gördüğü dinin, dünya egemenlerine kafa tutmasını, ona yapılan zulmün gelip geçici tepkisi olduğuna kendisini inandırmış durumda. Yani her iki taraf için de afyon, 'hakikat'. Ama bu Türkiye'de böyle, Ortadoğu'da değil. Çünkü onlar uzunca bir süredir 'hakikatsiz' yaşıyorlar. Açlar yani. Orada 'hakikat' o kahrolası zarflarını sağa sola atamıyor. Orada mazruf geçerli artık. O zaman Ortadoğulu yoksulların dini de 'hakikat'in rayından çıkıyor. İslam artık o eski İslam değil.

Castells, Ortadoğu'da Radikal İslam'ın toplumsal kökenlerini anlatırken, iki temel olguya vurgu yapar; birincisi küreselleşmenin bu ülkelerdeki yarım yamalak olan kalkınmacı ekonomileri dağıtarak yoksullaştırıcı bir dalgayı öne çıkarması, ikincisi ise ulus-devletlerin meşruiyet krizi. Bu coğrafyada ulus-devlet gerçeği hep yolsuzluk, verimsizlik ve yabancı güçlere bağımlılıkla var olmuştur. İşte bu 'hakikatin' parçalanmasıdır. İslam, özü gereği ulusal değil, ümmetçidir. Yani ona saldıran güç kadar küresel tahayyülleri vardır. Ulus-devlet 'hakikatini' reddeder. Böyle olunca El Kaide gibi hareketler 11 Eylül'ü yaratmıştır. Ama onları yaratıp raydan çıkartan da küreselleşmenin kendisidir. Radikal İslam, dinî kimlik temeline dayalı kültürel bir kurgudur. Siyasal İslam ise, dünya çapında 'müminlerin ümmetini' kurmak üzere yola çıkan ve ulus-devlet iktidarlarını ele geçirmeye çalışan politik bir duruştur. O halde şimdi bizim çaresizlikle seyrettiğimiz bu savaş, özünde bir küresel egemenlik çekişmesi.

Bir tarafta, hegemonik-emperyalist ulus-devletten küresel devlete sıçramaya çalışan ABD ve onun yerel uygulamacı devleti İsrail –bir küresel güç olarak- diğer tarafta ulus-devlet sürecini çiğneyerek, o 'hakikati' parçalayarak, küresel bir 'ümmet' için onun karşısına dikilen İslam siyaseti.

Yani bir küresel güç ve küresel olma tahayyülleri olan bir başka güç; bu savaşın tarafları. İslam artık yalnız bir din değil, ondan daha ötesi.

Kaynak: Taraf