Yılbaşı gecesi Ülke TV'de Tarık Tufan, Selahattin Yusuf ve İsmail Kılıçarslan'ın 'Meksika Sınırı' programını izliyorduk Semih'le birlikte. İlk konuklardan biri gazeteci Ceyda Karan'dı. Gazze'deki feci katliamdan bahsederken bir ara mealen şunu söyledi:

"Ezilenler, ezemedikleri için değil, ezmedikleri için mazlumdur. Bu yüzden onların ruhu vardır."

Dersimli bir arkadaşımızın daha önceki saatlerde "Her yer Kerbela" diye yazdığı ve giderek daha çok üşüdüğünü anlattığı yeni yıl mail'ini okuyordum bu sırada.

"Metris'lerinde üşüdüm ben bu ülkenin, Sağmalcılar'ında, Diyarbakır'ında; hapishanelerinde velhasıl." Böyle diyordu:

"Yükseklerinde bir de. Donmak nedir, bilirim, 'beni burada bırakın, siz gidin, uyuyacağım ben' ne demek... Tepene bombalar yağması ne demektir, az ötende patlayan kazan bombasının çukuruna ve kuşatıldığın ölümcül beyazlığa bakıp, yeleğinin cebindeki not defterine sevdiklerine hitaben son sözlerini yazmak, ne demek..."

Bir yandan 'Meksika Sınırı'nı izlerken, internete bağlandıktan biraz sonra, dışarıda büyük bir gürültü oldu, havai fişekler atılmaya başladı. Semih'le bakıştık. Hayat sanki büyük bir yarılmayla eskiden yeniye geçmiş, her şey değişmişti. Bu yüzden mutlu olmamız için bir gerekçe vardı. Artık. Bir anda.

Tam bu sırada inbox'ımda bir arkadaş mail'i buldum. Yeni yılın ilk saatlerinde, az önce yazmıştı. O da tıpkı bizim gibi, yeni yıla girdiğini dışarıda patlayan silah ve havai fişek seslerinden anlamış.

Yakında ikinci çocuğunu doğuracak olan yazar arkadaşım, bugün bir arkadaşının kızının öldüğünü öğrenmişti. "Tam bir ağıt halindeyim" diyordu. "Her kış bir bahar direnişidir" diyen Dersimli arkadaşımızın sözlerine de gönderme yaparak, "Gazze'den sonra artık ruhum da üşüyor" diye ekliyordu. Destek eylemleri, miting çağrılarının anlamsızlığını da bazen içinde taşıyarak.

Ona, tıpkı yeni yıl için mektuplaştığımız bir başka yazar arkadaşım Cihan Aktaş'a da yazdığım gibi, "elimizden geleni yapalım ama bir de dualarımız var" diye yazdım. Uluslararası strateji hesaplarına, konjonktür analizlerine, ateşkes pazarlıklarına hiç takılmayan yolları izler dua. Çünkü dünyanın görünmez bağlantıları vardır.

Yeniden inbox'ıma döndüğümde, Stuttgart'tan bir okur mektubu buldum. Benimle aynı anlarda aynı şeyleri yazmıştı. Aradaki saat farkını hesaba katmam gerektiğini editörümden yeni yılın ilk saatlerinde duyacaktım, ama geceleyin, bu okurun benimle dünyanın bir başka yerinde aynı cümleleri yazdığını bilmek, tuhaf bir yakınlık uyandırdı bende.

"Camı açıp hava almak isterken yılbaşı kutlaması münasebetiyle patlayan havai fişekleri duyunca ürperiyorum, bana hatırlattıkları savaş füzesi seslerinden dolayı."

Böyle diyen okurum, bir süre dışarı çıkmak istememiş, ama nihayet çıkıp yürümeye başladığında siyah pelerinler giymiş bir grup Alman'ın Gazze vahşetini protesto eden bir pankart açtığını görünce yanlarına gitmiş ve nasıl sessiz kalınır mealinde konuşmuşlar. "Hissettiğim daha fazlasını yapabilme arzusu" diye yazmış bana.

Daha fazlasını yapabilme arzusu, Hakkâri'ye bir ay kadar önce tayini çıkan psikiyatr arkadaşımın yazdığı mektupta da gizliydi: "Sokaklarında tanklar gezen şehirden" diye başlıyordu sözlerine. Neden bu şehirde çok üşüdüğünü anlatıyordu gördükleri ve yaşadıkları karşısında.

Ve sözlerini bitirirken "bütün bunlara şahit olduktan sonra oraya (İstanbul'a) gelmek istemeyi bile insanlığımı sorgulamak için yeterli bir sebep görmemden mi üşüyorum acaba" diye soruyordu. Kendine. Bize. İnsanlığa.

Yeni yılın ilk saatlerinde 'Meksika Sınırı'nda yönetmen Zeki Demirkubuz, kötülüğün meşrulaşmasını anlatırken, gençlik yıllarındaki beklentisinin nasıl boşa çıktığını dile getiriyordu.

"Devlet faili meçhullerin, işkencecilerin, darbecilerin varlığını kabul ettiğinde (çünkü hep inkâr ediyor), adaletsizliğin sona ereceğini sanıyordum," dedi mealen Demirkubuz. "Halbuki artık kötülük daha çok görünür hale geldi ve biz onu kanıksadık. Kabul ettikçe meşrulaştı kötülük."

Hadi itiraf edelim. Gözyaşlarımızı, üşüyen ruhumuzu, akan masum kanlarını, edilen duaları da kanıksadık değil mi? Çünkü kötülük saydamlaşarak sürdüğünde, ona karşı direnenlerin de aynı anda buldozer ve panzeri, tank, sığınak delici, asit çukuru ve salkım bombasını da kanıksaması gerekiyor.

Kötülüğün meşrulaşmasından daha tehlikeli olarak, adaletsizliğe karşı direnmenin dili de kalmıyor böylelikle bizde. Saat iki buçuğu biraz geçiyordu. "Hakkaniyet talebini nasıl ifade etmeli" diye sordum Semih'e. İlle zalimlerin diliyle mi? Yine bir yıl daha üşüyerek? Böyle?