Dün Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın bütçenin mayıs ayı gerçekleşmeleriyle ilgili yaptığı açıklama, günlerdir emekli ikramiyeleri, ÖTV ayarlamasıyla ilgili olarak bütçe yaygarası koparanları, çok iyi biliyorum ki, teskin etmeyecek. Çünkü günlerdir ekonomi bozuluyor, hatta kriz geliyor propagandası yapanların Türkiye ekonomisiyle ilgili gerçeklerle alakalarının olmadığını biliyoruz.

/* */

Tıpkı Gezi’de mesele nasıl “üç beş ağaç” değilse, buradaki mesele de bütçe ya da ülkenin borç meselesi değil. Naci Ağbal, dün yeniden yapılandırma ve imar barışı uygulamalarıyla ilgili olarak bütçeye 70 milyar liralık ek gelir geleceğinin altını çizdi. Bu uygulamaların bir defaya mahsus olduğunu söyleyenlere cevap ise, bütçenin gelir tarafında, büyümeye bağlı iyileşme, harcama tarafında ise seçimden sonra gelecek tasarruf tedbirleri yeter mi bilmiyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün büyümeyle artan bütçe gelirlerine dikkat çekti ve bunların halka yeniden nasıl yatırım olarak döndüğünü anlattı. Türkiye’nin bütçe performansı büyümeyi, yıllar itibarıyla da, genel refaha ve genel ekonomik dengeye yansıtıyor. Bu, bugün hiçbir ülkede olmayan sosyal bir özelliktir de...

Ancak açık olan bir şey de şu; Türkiye, öyle görülüyor ki hem 2018 hem de 2019 yılında bütçe sağlamlığı ve sürdürülebilirliği olarak dünyanın sayılı ülkelerinden olacak. Bütçe hedeflerinin fazlasıyla tutacağı şimdiden belli olmuş durumda.

Zaten, Türkiye için, kamu borçluluğunun GSYİH’ye oranını hiç tartışmıyoruz.

Burada Türkiye’nin dünyada en düşük oranlarından birine (yüzde 28.3) sahip olduğunu biliyoruz.

 

Dış borç meselesi...

Ancak öte yandan, Türkiye, toplam borçluluk/GSYİH oranı olarak da dünyanın en az borçlu ülkeleri arasına giriyor. Burada özel sektörün son yıllarda artan borcu konuşuluyor. Özel sektörün borcunun milli gelire oranı yüzde 68, burada dış borç olarak kısa vade için açık pozisyon da yok. Bütün bu oranlar özel sektör için de dünya ortalamasının altında. Tabii bir de burada bizim ulusal muhasebe sistemimizin ölçemediği gariplikler de var ki bunlar özel sektörün kısa vadeli dış borcu içerisine giriyor. Örneğin, Türkiye’de üretim yapan yabancı bir otomobil firmasının ana merkezinden motor ithalatı da, defter kayıtları kapatılana kadar, Türkiye’nin kısa vadeli dış borcudur. Bunun dışında firmaların uluslararası bankalara karşılık koyarak aldıkları kredi benzeri girişler de kısa vadeli dış borç sayılıyor. Çağdaş uluslararası/ulusal muhasebe hesaplarında, bu tür -günün sonunda- reel etki oluşturmayacak, defter kaydıyla düzeltilecek hesaplamalar dış ticaret hesaplarından ayıklanıyor. Birçok gelişmiş ülke bunu yapıyor. Ancak bu gibi mükerrer ve fiktif gariplikleri reel kabul etsek bile, Türkiye’nin dış borcu hiçbir mevzuya olamaz.

Peki, buna rağmen, bu rakamlar ortadayken ve Türkiye için bir dış borç krizinin en ufak bir işareti bile yokken, tam aksine, gelişmiş ülkelerin milli gelire göre borçluluk oranları yüzde 200’ler seviyesinde gezinirken, bu kara propaganda niçin yapılıyor?

Bu soruya cevap vereceğiz ancak bir de şu çarpıtmayı da ilave edelim: “Örneğin Japonya ve ABD milli gelire oranla dünyanın en borçlu ülkeleri ama bunların borç çevirme sorunları yok; sizin olabilir” Peki, sermaye nereye gidecek, eksi faizlerin, finansal ve siyasi istikrarsızlığın yeniden gündeme geldiği Avrupa’ya mı, artık büyümede doygunluğa gelen Pasifik Asya’ya mı? Türkiye, hiç kimsenin şüphesi olmasın ki seçimlerden sonra dünyada siyasal ve finansal istikrarın en güçlü olduğu ülkelerden biri olacaktır. Bugün de küresel sermayenin istese de istemese de gideceği birkaç ülkeden biridir Türkiye dünyada... Biz bu gerçeği bilelim ve kendimize güvenelim.

Bu tür kara propagandanın, dalgalı kur rejimi uyguladığımız halde, kur ve gerçek olmayan borçluluk yalanı üzerinden neden yapıldığı da, kimlerin yaptığı da ve kimlerin de buna bilerek alet olduğu açıktır. Ben şunu soruyorum: Gerçekler bu kadar ortadayken, bu yalanları söyleyenler, ekonomide kaos yaratmak isteyenler, bir ülke için, tıpkı terör gibi, bir milli güvenlik tehdidi olmaz mı?

 

Bölge ekonomisinin merkezi...


 

Evet, kendimize güvenelim. Niye mi? Bakın; Avrupa, hem beşeri sermaye ve pazar olarak hem de enerji olarak Türkiye’ye muhtaç ve bağımlıdır artık.

TANAP’a geçen gün verilen ilk gazla birlikte Türkiye’nin Avrupa’ya bağımlılığı bitmiş, Avrupa’nın Türkiye’ye bağımlılığı başlamıştır. TANAP, Güney Gaz Koridoru’nun belkemiği olduğu gibi, Akdeniz enerji havzalarını konsolide edecek ve Avrupa’ya ulaştıracak yegâne enerji koridorudur. Böyle olunca, Azerbaycan dışındaki gaz üreticisi ülkeler de bu projeye dâhil olmak zorunda kalacaklardır. Ayrıca TANAP’ı kuzeyde tamamlayan proje de Rusya ve Türkiye’nin gerçekleştirdiği Türk-Akım’dır. Yani Avrupa, enerjide hem kuzey hem de güney aksıyla artık Türkiye’ye bağımlıdır.

Yazının tamamı için TIKLAYIN