Dün (Cumartesi) ilginç bir öğle yemeğine davetli idim. İzinleri olmadığı için yer ve kişi adı kullanamayacağım ama yemekte yabancı önemli bir gazeteci ile Türkiye'nin az sayıda ama önemli, değerli gazetecisi ve öğretim üyesi vardı.

Yemekte Türkiye ve küresel kriz konuları ve yemeğin sonuna doğru da medya tartışıldı.

Farklı görüşler ortaya atıldı, bendeniz de daha önce de bu sütunda belirttiğim merkez medya konusunu gündeme getirdim.

Özetle, merkez medya olmanın çok satmaktan geçmediğini, zamanın, çağın ruhunu ve temel değerlerini iyi kavramak gerektiğini, bu nedenle de bir gazetenin merkez medya gibi çok önemsediğim bir konuma yerleşebilmesi için hem evrensel laiklik kriterlerini savunmasının hem de siyasete askerin her düzeyde karışmasına kategorik olarak karşı çıkmasının gerektiğini ifade etmeye çalıştım.

Bir anlamda mesele çok basit: Hem zorunlu din derslerine karşı çıkacaksın, hem de 27 Nisan muhtırasına. Türban meselesi devletle ilgili olmadığı için bir özgürlük, bir temel hak sorunu olarak ele alınmalı.

Bu kadar basit bir noktada uzlaşılamaması da bana çok ilginç geliyor.

Türkiye'de de merkez medya iddiasında epey gazete var.

Ancak, bu gazetelere bir baktığınızda bu iki kriterden birinin mutlaka ve illaki atlandığını görüyorsunuz.

Gazetelerden biri Ergenekon meselesinde, 27 Nisan konusunda son derece düzgün tavır alıyor ama mesela uygulanması zorunlu AİHM'in zorunlu din dersi konusunu bir türlü gündeme, manşete taşıyamıyor.

Başka bir gazete de laiklik konusunda paranoyaya yakın hassasiyetler sergilerken, üniversiteli kızların derslere türbanla girmesinin anayasal düzeni sarsacağını savunurken, darbe günlükleri konusunda, gazete patronlarının askerlerle iş görüşmeleri yapmalarını görmezden gelebiliyor.

Doğrudur, bir gazetenin bu iki meseleyi yani laikliği ve düzgün bir sivil-asker ilişkisini birlikte savunmak gibi bir zorunluğu yoktur ama bu iki konuyu eşit ölçüde savunmayan gazeteler merkez medya olamazlar, şu ya da bu kenarda marjinal pozisyon almak zorunda kalırlar.

Bir anlamda merkez medya olmanın çok satmakla alakası yoktur, bizim ülkemizde sembolik hale gelen bu iki konuda eşit mesafede durmakla, özgürlükçü laikliği ve çağdaş bir sivil-asker ilişkisini savunmakla çok daha yakından alakalıdır.

Taraf gazetesi geçenlerde Ergenekon sanığı tutuklu Levent Ersöz Paşa ile Akşam gazetesi sahibi Sayın Mehmet Emin Karamehmet'in dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde kabul edilemeyecek görüşme kaydını yayınladı.

Bu konuşmada Turkcell lisansı meselesi, bazı sözde gazetecilerin maaş durumlarının Sayın Karamehmet'e 'dayatılması', 'yukarıda Paşa rahatsız' gibi imalarla aba altından sopa göstermeler vardı.

Bu konuyu sıradan ve son günlerde çok konuşulan bir konu olduğu için örnek olarak veriyorum; bu mesele, yani işadamı- asker ilişkisinin bu denli dejenere olabildiği bir ülkede merkez medya mutlaka ama mutlaka bu konuyu mercek altına almak, işlemek zorundadır.

Keza, zorunlu din dersi meselesinin hala çözüme kavuşamamış olması gibi.

Savcılık kurumu da yukarıda değindiğim tür ilişkileri mutlaka yargısal denetime almakla yükümlü olmalıdır; üstelik yargının merkezi, marjinali de olmaz, olmamalıdır.

Merkez medya olmak önemlidir ama anlaşılan (!) çok kolay bir şey değil.

Çok kolay olmayan da (!!!) hem laikliği hem de demokrasiyi beraber savunmak.

Star Gazete