En azından yas tutmayı bilmek lazım.
Kuzey Irak'ta süren operasyondan gelen şehit cenazeleri ruhumuza çiğ ışık gibi düştü, çirkinliklerimiz ortaya çıktı.
Aynaları kırmaya çalışmanın âlemi yok.
Vurdumduymazlık, 'Her şeye rağmen hayat devam ediyor' kisvesi altına gizlenecek gibi değil. Çocuklarının cenazesi başında, 'Neden hep fukaraların çocukları ölüyor?' diye çırpınanların çığlıkları, herkesten daha yüksek perdeden 'Vatan sağ olusun' diye bağırmakla örtülmüyor. Kendi çocuğuna asla kıyamayacak olanların, elalemin çocuğunun ölüsü üzerinden kahramanlık taslamalarını sindirebilmek için ikiyüzlülüğü meslek edinmek lazım. Ve nihayet, 'Kimse çocuğunu askere göndermesin, mesela vicdani redci olsun' demek vicdanlara susturucu pazarlamaktan öte köy değil.
Bence de kimse askere gitmesin, dünyada hiç asker, hiç ordu, hiç savaş olmasın. 'Nasıl olsa olacak, ama bari isteyen gitsin' demek kadar saçma bir şey olabilir mi? Kim isteyecek? Neden istesin? ABD'de olduğu gibi, gene yoksullar yaşayabilmek için askerliği meslek edinsinler, işleri bu olacağına göre, kendi rızaları ile onlar ölsün! Vicdanlarınızın bulduğu çözüm bu mu? Ne kadar kolay kanan, kolay susan vicdanınız var.
Göstermelik vicdanlarla mı savaşa, savaşan bir dünyaya direneceğiz? Direnebilir miyiz? Daha doğrusu böyle bir derdimiz var mı? Gerçekten dertlenmek yıldırıcı bir şeydir. Evet, hepimiz insanız, bir noktada yılarız ve o noktada direnme imkânımız tükenir. İşte, savaşlar o noktadan devam eder. En azından, vurdumduymazlığımızla, rahata alışanların daha çabuk teslim olduğu yılgınlığımızla yüzleşmekten kaçmanın binbir yolunu bulmayalım. Bulduğumuz eften püften kaçamakları vicdanımız üzerine şal gibi örtmeyelim. Kendimizle yüzleşip huzursuz olmak, hatta utanmak, çaresiz hissetmek insani şeylerdir.
Ve çıkış yolları insani duyguların izinden gider, kelime oyunları, vicdan numaraları nafile.
'Ben oynamıyorum' bir burjuva lüksü, hepsi bu. Orada ölenlerle, burada rahat rahat devam eden hayat arasında kaçıp kurtulamayacağımız bir bağ var. Bunu inkâr etmek pişkinlikten başka bir şey değil. Antimilitarizm pişkinliği, militarizm pişkinliği, mesafeli tavır pişkinliği, analiz pişkinliği. Dahası var, eskileri sanki her derde deva olmuş gibi, yeni bir ulus inşa etme hevesine kapılıp, yine elalemin çocuğunu dağa çıkaran, onları bölgenin en güçlü ordularından birinin karşısına dikip, ölüme gönderirken, 'özgürlük' nutku atanların, bunun üzerinden siyasi kariyerlerine devam edenlerin pişkinliği.
İş bu noktaya geldikten sonra, tüm tarafların en azından olayın vahametinin hüznünü hissettiğine dair hiçbir iz yok. Yas tutmanın ağırbaşlılığının yerine, karşılıklı savaş çığlıkları var. Çığlık atmaya itirazı olanlar da vicdanlarını kaçıracak delik arayışı içinde, güya çığlık atanlara fırça atma telaşı içinde. Keşke, en azından yas tutmayı bilseydik, belki yasımız bizi ortak bir yerde buluştururdu.
Türk veya Kürt, entelektüel veya şehit annesi bir yas hüznünden bir çıkış umudu bulurduk.
Yaslı insan, bir dakika öfkeden kuduran, ertesi dakika tüm dünyayı affeden, bir dakika hayatının değeri sıfıra inen, ertesi dakika hayatın değerini en iyi anlayan insandır. Bu halden kurtulmak için çırpınan insandır. Her yaslı insan o çırpınışın içinden çıkmanın bir yolunu bulur. O nedenle yas, sağlam bir çıkış yoludur. Keşke, diğer tüm imkânların tükendiği yerde, yasımızı ortaklaştırabilseydik ve de tabii yastan kaçmasaydık, belki oradan bir çıkış yoluna tutunabilirdik

Kaynak: Radikal