Şu ân, dünyanın geleceğinde anahtar roller oynayabileceği söylenebilecek üç medeniyet havzası ve dolayısıyla insanlığın önünde üç temel seçenek var: Birincisi, Avrupa'nın tarihsel olarak ürettiği ama yaklaşık yüzyıldır sadece Amerika'nın reel olarak geliştirdiği ve temsil ettiği neo-pagan ve neo-seküler Batı uygarlığı.

İkinci büyük medeniyet havzasında Hint, Çin, Japon kültürlerinin ve kısmen Rus kültürünün temsil ettiği kadîm medeniyet gelenekleri var.

Üçüncü medeniyet havzasını ve seçeneğini ise İslâm dünyası oluşturuyor.

Afrika'nın ve Latin Amerika'nın "alternatif", köklü ve evrensel bir medeniyet tasavvuru geliştirme imkânlarının iptal edildiğini söyleyebiliriz: Afrika'nın ve Latin Amerika'nın sadece arızî veya mevzî sıçramalar gerçekleştirebileceğini öne sürmek abartılı bir iddia olarak görülmemeli.

Sözgelişi, Afrikalıların sinemada, Latin Amerikalıların ise, sinema, edebiyat ve başta resim sanatı olmak üzere sanatın diğer türlerinde önemli sıçramalar yaptıklarını görüyoruz. Ama bu sıçramalar, Afrikalıların ve Latin Amerikalıların topyekûn bir medeniyet sıçraması geliştirebilmelerini mümkün kılabilecek evrensel dinamikleri olan atılımlar olmaktan ziyade, mevcut küresel seküler kültüre eklemlenmekle ya da mevcut küresel seküler kültürün marjinlerinde kalmakla sonuçlanacak açılımlar olarak kalmaya ne yazık ki, mahkûm.

Artık bu saatten sonra, Afrikalıların ve Latin Amerikalıların felsefî bir bütünlüğü ve evrenselliği olabilecek bir medeniyet tasavvuru üretebilmelerini beklemek çok zordur. Afrika ve Latin Amerika, modern ve postmodern Batı uygarlığı tarafından tam anlamıyla durdurulmuş ve tarihin öznesi olmalarını imkânsızlaştıracak kadar tarihin dışına itilmiştir.

Çin, Hint, Japon ve Rusların geliştirebileceği evrensel bir medeniyet sıçramasından sözedilebilir mi? Rus tarih felsefecileri, 20. yüzyılın başlarında Rus Ortodoks medeniyetinden fazlasıyla ümitliydiler. Ama Sovyet modernleşmesi, Rusların medeniyet dinamiklerini dinamitlemekle, Rusların yaratıcı bir medeniyet hamlesi geliştirmelerini önlemekle sonuçlanmıştır.

Japon, Çin ve Hint medeniyetleri de, büyük ölçüde 17. yüzyıldan itibaren Avrupalıların sömürgeci saldırılarından sonra, önce durdurulmuş, sonra da fosilleştirilmiş ve yalnızca antropolojik kültürlere dönüştürülmüştür.

Şu ân Japonlar, bütün medeniyet iddialarını yitirecek kadar neo-liberal ve neo-seküler Batı kültürü tarafından yutulmuş ve opakleştirilmiştir / dondurulmuştur. Japonların, medeniyet iddialarını sürdürebildiklerinden sözetmek imkânsızlaşmıştır. Japonların şu ân sadece geleneksel kültürlerinin aksesuar vazifesi görecek arızî kısımları yaşamaktadır ve Japonya'nın dünyaya sunacağı evrensel bir medeniyet iddiası kalmamıştır; dolayısıyla Japonya bit/iril/miştir.

Aynı süreç, Çin için de geçerlidir. Çinliler, Konfüçyanizm'in pratik ahlâk felsefesinin pratik kısmını pragma'ya dönüştürerek kapitalizme ve sekülerizme eklemlenmekten başka bir şey sunabilecek bir ruha ve dinamizme sahip olmadıklarını ispatlamışlardır adeta.

Hint medeniyetinin ise, budizm ve hinduizm tezahürlerinin seküler Batı kültürüne çok rahat eklemlenebildiğini yarım asırdan bu yana yaşanan tecrübe göstermiştir.

Geriye İslâm dünyası ile Batı uygarlığı kalıyor. İslâm dünyasının siyasî olarak dağınık, ekonomik ve toplumsal olarak perişan bir tablo sunuyor olması, İslâm'ın insanlığın karşı karşıya kaldığı evrensel varoluşsal sorunlara cevap üretebilecek en esaslı kaynak olduğu gerçeğini örtüyor olabilir.

Batılılar bu yakıcı gerçeği kavradıkları için, İslâm dünyasını kuşatmış ve İslâm'ı küresel bir tehdit olaak konumlandırma ihtiyacı hissetmiş durumdalar.

Şu ân dünyada yaşayan ve hâkim olan tek uygarlığın, neo-pagan ve neo-seküler Batı uygarlığı olması, dünyanın geleceğinin şekillendirilmesinde de Batı uygarlığının insanlığın evrensel varoluşsal sorunlarına en esaslı cevabı ürettiği veya üretebileceği anlamına gelir mi? Yoksa İslâm'ın küresel tehdit olarak konumlandırılmasını, geleceğin tarihinde, İslâm'ın, tarihin birincil öznesi olarak kabul edildiğinin itirafı ve ifadesi olarak görmek mi gerekir?

Bu soruların cevabını, Cuma günkü yazıda araştıralım...


Kaynak: Yeni Şafak