Fransız solunun önde gelen ismi Michel Rocard, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinin belâgatli ve güçlü bir savunucusu olarak ortaya çıktı; böylece Türkiye'nin üyeliğine açıktan açığa inatla karşı çıkan Nicolas Sarkozy'e meydan okumuş oldu.
Verdiği konferanslara iştahlı katılımlara bakınca, buna Sciences Po'da geçen pazartesi günü düzenlenen ve konuşmacıların art arda ona destek verdiği konferans da dâhil, Rocard, sayı yapıyor ve genç insanları kendi görüşüne çekiyor.
Türkiye'nin üyeliği önemli bir konu zira Avrupa boğuşmakla meşgul olduğu pek çok meselesi var; kimliği, çok kutuplu bir dünyadaki yeri, kurumları ve ihtilaflara boğulmuş Ortadoğu'da, Kafkasya ve Orta Asya'da oynamayı ümit ettiği rolü ve de yeniden iddialı bir çıkış sergileyen Rusya ve başı sıkıntıda olan ve seçilmiş başkan Barack Obama yönetimiyle kendisini bütünüyle yenileme sürecine giren Amerika'yla ilişkileri.
78 yaşındaki Rocard, ömrü boyu sosyalist kalan bir isim. François Mitterand'ın başkanlığı döneminde,1988-1991 arasında, Başbakanlık yaptı ve son onbeş yıldır, Avrupa Parlamentosunun sözünü sakınmayan bir üyesi. Türkiye meselelerine olan ilgisi "Türkiye'ye Evet" (Oui à la Turquie ) adlı bir kitapta ifadesini buldu; kitap ilk sayfasında Türkiye'nin, Avrupa'nın geleceğinde yer alması gerektiğini ve Türkiye'nin AB üyeliğinin "Avrupa için hayat sigortası" olmaktan daha az bir şey olmadığını söylüyor.
Rocard, bu iddiayı öne sürerken Türkiye'nin pek çok sorunlarından habersiz değil – yamalı bohça gibi insan hakları sicili; 1960, 1971 ve 1980'de askeri darbelerle kesintiye uğramış istikrarsız bir seyir izleyen demokrasi tecrübesi; ayrılıkçı kürtlerle yaşanan çatışma; Ermeni soykırımı [iddiaları] ve Kuzey Kıbrıs'taki askeri varlığı.
Hepsinden önce, modern Türkiye ortadan ikiye bölünmüş durumda. Bir yanda imtiyazlarını koruma tasasındaki ordu ve kentli seçkinlerin desteğindeki kemalistler. Saldırganca laik ve ultra-ulusçu bu kemalistler, devlet sanki onlara aitmiş gibi davranıyorlar. Diğer yanda ise kemalistlerin geçen Temmuz ayında kapatmaya kalkıştıkları ama başaramadıkları AKP.
AKP seçmenleri – ülkenin çoğunluğu – muhafazakâr olmaya eğilimli ve İslami bir hayat tarzı ve geleneği benimsemiş kişilerden oluşuyor ama partinin sunduğu reformcu ve demokratik platformu, Avrupa yönelimini ve parti politikalarının ülkede yarattığı ekonomik refahı da benimsemiş kişiler bunlar. AKP gücü elinde bulunduruyor ancak bazı kemalistlerin genelde kaba kuvvetle yürüttüğü muhalefet, istikrarsız bir siyasi seyre neden oluyor.
Bu problemlere rağmen Rocard, Türkiye'nin 2023'e kadar – Osmanlı İmparatorluğunun I.Dünya savaşında yenilip parçalanmasından sonra Murtafa Kemal tarafından Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 100'ncü yıldönümünde - tam üyeliğini destekliyor.
Rocard, 2023'e kadar geçecek onbeş yıl, eğitim, kültür, araştırma ve çevre koruması gibi konulardan başlayarak Türkiye'nin çeşitli politikalarını Avrupa kaideleriyle uyumlu hale getirecek anlaşmalar vasıtasıyla Türkiye'nin "tedrici bütünleşmesine" tahsis edilmeli diyor. Bu arada, Türkiye en baştan itibaren Avrupa'nın dış güvenlik politikalarına ortak edilebilir; böylece AB'nin jeostratejik hedeflerine katkıda bulunmuş olacaktır.
Yaklaşık 80 milyonluk ve kısmen geri kalmış müslüman bir ülkeye kucak açmanın tehlikeleri hakkında Avrupa'nın güvenini tazelemek için bir dizi tedbir de öneriyor. İlki, AB sınırları 2023 yılına kadar Türk işçilerin serbest dolaşımına açık olmayacak ve o tarihten sonra da ancak kontrollü bir şekilde gerçekleşecek; ikincisi, Türkiye, 2021-2027 mâli dönemine kadar AB yapısal fonlarından talepte bulunmayacak; üçüncüsü, Türkiye'nin 2023 yılına kadar AB kurumlarında veto hakkı olmayacak fakat AB Bakanlar Konseyine, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosuna gözlemcilerini gönderebilir ve AB'nin demokratik tartışmalarında rol alabilir.
O halde Türkiye'nin AB üyeliği lehindeki savları neler peki? En mücbir sebep, Avrupa ve Batı'nın İslam dünyasıyla köprüleri yeniden inşa etme ihtiyacı. Hıristiyanlar ve Müslümanlar, birbirlerine akıl sır erdiremedikleri vahim bir süreç geçiriyorlar. Bir milyar müslüman, bir buçuk milyar Hıristiyan tarafından terörizme yardakçılık yapmakla suçlanıyor! Rocard, Amerika Başkanı George W.Bush'un, müslüman ülkeleri derinden inciterek trajik ve tehlikeli bir Batı karşıtlığına sürüklediğini belirtiyor.
Avrupa, münhasır bir "Hıristiyan Klubü" olarak görülmenin mâliyetini kaldıramaz. Sekülerizmin mağlubiyeti demektir bu ve dini kimliklerin – İrlanda'ya nesiller boyu musallat olan ve mesela şu an Lübnan'ın başındaki musibet - yükselişine neden olacaktır. Avrupa, câri sınırları içerisinde zaten 15-20 milyon civarında müslüman bir nüfusa sahiptir. Müslüman Avrupa vatandaşlarının çoğu yabancılaşma ve Avrupa'nın sahip olmakla övündüğü hoşgörü'den dışlanma duygusu içinde yaşıyor. Avrupa'daki müslümanlar sonsuza kadar yabancı olarak mı görülecekler? Türkiye gibi büyük bir müslüman ulusun Avrupa Birliğine dâhil edilmesi, Avrupa'nın, İslam dünyası hakkında doğru bir kavrayış arayışında olduğunu ispatlamanın en iyi yoludur.
Rocard, Araplar ve İsrail arasında barışın inşa edilmesinde Türkiye'nin can alıcı bir rol oynayabileceğine inanıyor zira her iki tarafla yıllardır dengeli bir ilişki yürütüyor. Geçenlerde Suriye-İsrail arasında dolaylı görüşmelere aracılık etti. Ve İran ve ABD arasında aracılık teklifinde bulundu.
Rocard'ın savlarından bir diğeri de Türkiye'nin Orta Asya ülkelerine, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan'dan Hazara ve Azerbeycana kadar uzanan kilit bir ülke olması. Bu, eski Sovyet Cumhuriyetleri Türkçe konuşuyorlar ve kültürel olarak Türkiye'nin nüfuzu altındalar. Avrupa'nın erişmeye ihtiyaç duyduğu engin petrol yataklarına sahipler. Türkiye'nin AB üyeliği, Avrupa'nın Orta Asya'daki mevcudiyetini çok daha kabul edilebilir kılacaktır.
Rocard, Avrupa Birliğinin demokratik yönetim, iktisâdi eşgüdüm ve insan haklarına saygı modeli sunmadaki başarısına rağmen güçlü ve tutarlı bir siyasi güce evrilme kabiliyetinden şüphe ediyor. Rakip ulusal hâkimiyetlerin çekiş gücü hâla çok yüksek tıpkı üye devletlerin savunma harcamalarını artırmadaki gönülsüzlükleri gibi.
Fakat Türkiye'nin silahlı kuvvetleri, yedekleriyle birlikte milyonluk ordusuyla Amerika'dan sonra dünyanın ikinci büyük ordusudur. Türk silahlı kuvvetlerinin Avrupa Ordusu çatısına dâhil edilmesi, Avrupa Birliğinin gerçek bir küresel oyuncu olmasına, hatta süpergüç olmasına imkan tanıyacaktır. İstikrarsız bir dünyada muhakkak ki ciddi bir servettir bu.
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı