Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, Avrupa Birliği kurulmadan önce Avrupa’nın bir çerçeve olarak kurduğu teşkilattır ve Birliğin doğuşuyla birlikte paralel bir kuruluş olarak kalmış, Birliğe katılma sürecinde olan bazı ülkelere çeşitli ayrıcalıklar sağlayacak şekilde bu örgüte üyeler alınmıştır. Türkiye de –her ne kadar Avrupa Birliği’ne üyelik talebi henüz kabul edilmemiş olsa da- teşkilata erken üyeliği ile bu ayrıcalıkları elde eden temel ülkelerden biridir.

Bu yılın başında İsrail’in bu teşkilata üyeliğinin sonuçlandırılması bekleniyordu. Ancak bu süreç Mayıs ayına ertelenmiş, teşkilat İsrail hükümetinden çeşitli konularda açıklamalar getirmesi talebinde bulunmuştur. Bunların başında nüfus sayısı gelmektedir ki İsrail’in başvuru talebinde iki farklı nüfus sayımı yer almaktadır. Nüfus sayımına normalde Araplar alınmamış; ancak Batı Şeria, Gazze, Kudüs ve 1948 yılında işgal edilen topraklardaki Araplara ilişkin “reaya” (gözetilmesi gereken kimseler) olarak bir sayı bildirilmiş, bu kimseler vatandaş sayılmamıştır. Bu yapılırken hükümetin sorumluluğunu üstlendiği nüfusa vurgu yapılmıştır ki teşkilat adına pazarlık yapan üyelerden biri İsrail’in bu tutumunu Güney Afrika rejiminin eski ırkçı yaklaşımına benzetmiştir. Nitekim Güney Afrika, zamanında vatandaş sayısını sadece beyazlarla sınırlı tutmuş, ülkenin siyah yerlileri “reaya” olarak bildirilmiştir. Güney Afrika’nın onlarca yıl önceki bu tutumu, teşkilat üyeliği imkânını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır.
Bugün için Avrupalı hükümetlerin tavırlarına bakıldığında İsrail’in OECD’ye üyeliğini kabul edecek gibi gözüktükleri söylenebilir. Oysa bu Avrupa Birliği’nin ilke edindiği ve üyelerinin yasal olarak uygulamaktan sorumlu olduğu “İnsan Hakları” kriterleri ile çelişmektedir. Yine bu durum İsrail hükümet liderleri ve ordusunun mahkemeler ve birçok Avrupalı sivil toplum kuruluşu önünde mahkûm edilmiş durumu ile de çelişmektedir.

Bazı Avrupalılar İsrail’in üyeliğini, Avrupalı hükümetlerin üyelik sonrası İsrail’e baskı yapmasını kolaylaştıracağını öne sürerek gerekçelendirmeye çalışıyorlar. Zira onlara göre İsrail’in bu üyelikle birlikte kaybetmek istemeyeceği kazanımları olacaktır. Oysa bu kesimin öne sürdüğü gerekçe gerçekten çok çürüktür! Zira teşkilatın hareket düzenine bakıldığında herhangi bir üyenin üyelik haklarının, tüm üyelerin konsensüsü sağlanmadan askıya alınabilirliğe imkân tanımadığı görülüyor. Buna karşılık teşkilata üye olan ülke, teşkilatın alacağı kararları veto edebilmektedir. Özellikle de yeni üyelerin teşkilata alınması söz konusu olduğunda… Bunun anlamı İsrail bu teşkilata üye olduktan sonra hiçbir Arap ülkesinin bu teşkilata İsrail’in onayı olmadan alınamayacağıdır! Bu da teşkilata üye olmak isteyen herhangi bir Arap ülkesinin İsrail’in kendisine sıralayacağı şartlar listesiyle karşılaşacağı gerçeğidir.

Barışı destekleyen ve İnsan hakları kriterlerini önemseyen Avrupalı sivil toplum kuruluşları İsrail’in bu iki olguya da yani hem barışa hem de insan haklarına karşı bir tutum izlediğini görüyorlar ve İsrail’in OECD’ye üye olmasını insani ve hukuki kriterleri hafife alma anlamını taşıyacağını düşünüyorlar. Bu örgütler Avrupalı hükümetlere İsrail’in üyeliğini veto etmeleri noktasında baskı yapma konusunda çok ümitli olmadıkları için Türkiye’ye yönelmiş durumdalar. Bu bağlamda özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmek ve Türkiye’nin eski bir üye olarak belki de kurucu üye olarak İsrail’in OECD üyeliğini veto etme noktasında tavır almasını istemek üzere harekete geçmiş durumdalar.

Bugün Türkiye’de İsrail’in izlediği ırkçı politikalara karşı açık bir tutumu olan cesur bir hükümet vardır. Ancak bu işler başkalarından önce Arapları da ilgilendirmelidir. Arap yönetimleri bir yandan Avrupalı hükümetlere baskı yapmalı, diğer yandan da Türkiye’nin tutumunu cesaretlendirici adımlar atmalıdır.

Türklerin, Arapların meselelerinin sorumluluğunu üstlenmesi ancak Arapların bu meselelerden genel olarak oralı bile olmamaları asla kabul edilemez. Yine Avrupalı hükümetlerin Türkiye’nin İsrail karşısındaki tutumunu sıkıntılı görürken Arapların gözlerini kapatması kabul edilemez.

Araplardan beklenti sadece hükümetler düzeyinde de değildir. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar, barolar vb. kuruluşlar seslerini yükseltmeli; Araplara karşı işlediği suçlardan ötürü İsrail’in mükâfatlandırılmasını reddederek Arap kamuoyu harekete geçirilmeli; hükümetlerin sesleri yükselmese bile Türk liderlerin bizim meselelerimizi üstlenme cesaretinin halkların takdirini kazandığı ortaya koyulmalıdır.


Dünya Bülteni için çeviren: Furkan Torlak