Bütün demokrasilerde parti sistemleri, o toplumdaki sosyal bölünme çizgilerini (social cleavages) yansıtır. Türkiye siyasetinde hâkim bölünme çizgisinin ne olduğu, uzun zamandan beri siyasal bilimcilerin ilgisini çekmiştir.
Sayın Prof. Dr. Şerif Mardin'in 1972'de yayınlanan bir makalesinde ortaya attığı "merkez-çevre" paradigması, günümüze kadar Türk siyasal bilim literatüründe merkezî bir yer işgal etmiş, ben de dâhil olmak üzere, Metin Heper ve Ersin Kalaycıoğlu gibi birçok siyasal bilimciler tarafından benimsenmiştir. Aynı terimleri kullanmamakla beraber, Emre Kongar'ın devletçi-seçkincilerle gelenekçi-liberaller arasında, İdris Küçükömer'in İslamcı-Doğucu cephe ile Batıcı-lâik cephe arasında gözlemledikleri ayrışma, aynı mantığa dayanmaktadır. Bütün bu analizlerde ortak olan nokta, merkez ve çevre terimlerinin coğrafî anlamda değil, siyasî ve kültürel anlamda kullanılmış olmasıdır. Burada merkezden kastedilen, Tanzimat'tan beri Osmanlı-Türk siyasal sisteminde büyük ağırlığı olan modernleştirici asker ve sivil bürokrasi, diğer bir deyimle devlet elitleridir. Merkezin siyasal felsefesinin ana unsurları, modernleşme ideali, milliyetçilik, lâiklik, merkeziyetçilik ve vesayetçi bir reform anlayışıdır.
Türk siyasetinde yeni dönem
Çevre ise, bu yönetici elite dahil olmayan, geleneksel değerlerine bağlı, dolayısıyla İslamî hassasiyetleri daha güçlü, devletin kendi günlük hayatına mümkün olduğu kadar az müdahale etmesini isteyen geniş halk kitlelerinden oluşmaktadır.
Çok-partili siyasal hayata geçilmesiyle birlikte çevrenin değerlerini ve tepkilerini temsil eden DP, merkezin partisi ya da devlet partisi olarak algılanan CHP'ye karşı kolay seçim zaferleri sağladı (1950, 1954, 1957). 1960 ve 1970'lerde siyasal mücadele, gene esas itibarıyla, CHP ile, DP geleneğini devam ettiren AP arasında cereyan etti. Ancak CHP'nin 1965 seçimlerinde "ortanın solu" sloganını ortaya atması, 1972 yılından itibaren de Bülent Ecevit'in liderliğinde sol söylemlere çok daha fazla yer vermesi, klâsik merkez-çevre bölünmesinin bir sol-sağ bölünmesine dönüşmekte olduğu izlenimini uyandırdı. Bu dönemde CHP'nin elitist yaklaşımlarından sıyrılmaya çalışması, daha halkçı bir söylemi benimsemesi, bunun sonucunda işçi bölgelerinden ve büyük şehir varoşlarından ciddî oranda oy almaya başlaması, 1973 ve 1977 seçimlerinde birinci parti konumuna gelmesi, bu gözlemi güçlendiren unsurlardı.
Sınıfsal siyaset yönündeki bu eğilim, 1980 askerî müdahalesi sonucunda durakladı, hattâ geriledi. 1980'li yıllara damgasını vuran ANAP, bir sınıf partisi değil, çok çeşitli kesimleri bir araya getiren bir kitle partisi, daha doğrusu "herkesi kucaklayan" (catch-all) bir partiydi. Solu temsil ettikleri varsayılan SHP ve daha sonraları CHP, giderek sol hüviyetten uzaklaştılar. Bunda, Sovyet Bloku'nun yıkılması ile birlikte, sol ve sağ arasındaki ideolojik çatışmanın hafiflemesi, hattâ bu kavramların anlamlarını büyük ölçüde kaybetmeleri de elbette rol oynadı.
Geleneksel olarak bütün demokratik ülkelerde sol-sağ çatışması, ekonomik politikalar üzerindeki derin görüş ayrılıklarına dayanmıştır. Sol partilerin üretim araçları üzerinde kamu mülkiyetini, merkezî planlamayı, gelir ve servet farklarının azaltılmasını savunmalarına karşılık, sağ partiler özel mülkiyeti, serbest piyasa ekonomisini ve devletin ekonomik hayat üzerindeki müdahalelerinin asgari ölçüye indirilmesini savunmuşlardır. Komünizm sonrası dünyada serbest piyasa ekonomisinin üstünlüğü üzerinde çok geniş bir oydaşma oluştuğuna göre, gerek tüm Batı demokrasilerinde gerek Türkiye'de sol-sağ karşıtlığının anlamını büyük ölçüde kaybetmiş olmasına şaşırmamak gerekir. Türkiye'de solu temsil ettiği varsayılan CHP'nin hele son yıllarda bu hüviyetini tümüyle terk etmiş olduğunda hemen hemen bütün objektif gözlemciler hemfikirdir. Bugün AK Parti ile CHP'yi ayıran farklar, ekonomik politika farkları değildir. Hattâ bazı gözlemcilere göre, AK Parti, ekonomik politikaları bakımından, CHP'nin solundadır. Meselâ değerli siyasal bilimci Ziya Öniş'e göre, "bazı bakımlardan AKP, Kasım 2002 seçimlerindeki başlıca rakibi olan CHP'ye oranla daha fazla, üçüncü yolcu Avrupa stili bir sosyal demokratik parti olarak görünmektedir" ("The Political Economy of Islam and Democracy in Turkey: From the Welfare Party to the AKP"). Benzer şekilde, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı Hannes Svaboda, yakınlarda verdiği bir demeçte, şu an Avrupa'daki sol anlayış ile CHP arasında büyük bir uçurum bulunduğunu kaydettikten sonra, AK Parti'nin muhafazakâr bir parti olmakla birlikte bazı konularda kendilerine CHP'den daha yakın olduğunu belirtmiştir. (Zaman, 16 Temmuz 2007, s.16).
Çevrenin merkeze taşınması
1990'lı yıllarda Refah Partisi'nin hızlı yükselişi, Türkiye siyasetindeki temel bölünme çizgisinin siyasal İslâmcılık-lâiklik ekseni olduğu görünümünü yaratmıştır. Ancak AK Parti'nin Millî Görüş politikalarından çok farklı politikalar izlemesi, lâiklikle barışık bir görünüm vermesi, Refah tabanından çok daha geniş bir tabana hitap etmesi, özellikle 22 Temmuz seçimleri ile merkez-sağın rakipsiz partisi konumuna gelmesi, bu görüşün isabeti hakkında ciddî kuşkular uyandırmaktadır. Kamuoyu araştırmalarının, şeriata dayanan bir yönetim sistemi isteyenlerin oranında ciddî bir düşüş göstermesi, Millî Görüş geleneğini temsile devam eden Saadet Partisi'nin bu seçimlerde ancak yüzde 2.3 oranında oy alabilmesi de, Türkiye siyasetinin temel bölünme ekseninin İslâmcılık-lâiklik olmadığını kanıtlamaktadır.
Bu durumda, böyle bir bölünme çizgisinin nereden geçtiği sorusu haklı olarak sorulabilir. Bizce, 1950'lerin ve 1960'ların hâkim paradigması olan merkez-çevre bölünmesi, içeriğindeki değişimlere rağmen, anlamını hâlâ korumaktadır. Türk toplumunun 1980'lerden bu yana geçirdiği hızlı sosyo-ekonomik değişimin sonucu olarak, ne merkezin ne çevrenin eski homojenliğini muhafaza ettiği açıktır. Aksine, bu dönem, çevrenin önemli ölçüde merkeze taşındığı, çevrenin değerleri ile merkezin değerleri arasında belli bir yakınlaşmanın gerçekleştiği bir dönemdir. AK Parti elbette bir sınıf partisi değildir. Aksine, kırsal ve kentsel bölgelerden, yükselen muhafazakâr burjuvazi ile büyük kentlerin yoksul kesimlerinden oy alan tipik bir "herkesi kucaklayan" (catch-all) partidir. Bununla birlikte, AK Parti'yi destekleyen bütün bu çeşitli kesimlerin, merkezî bürokratik elitler tarafından dışlanmış olmak gibi çevresel bir tepkiyi paylaştıkları düşünülebilir. Bu itibarla AK Parti'nin hâlâ bir çevre partisi niteliği taşıdığı, CHP'nin ise son yıllarda merkezin değerleriyle çok daha sıkı şekilde bütünleştiği söylenebilir.
Ancak son on yıllarda globalleşmenin etkileri, bu bölünmeye 1950 ve 1960'larda söz konusu olmayan yeni anlamlar eklemiştir. Ziya Öniş, bu bölünmeyi, Muhafazakâr Globalistlerle Savunmacı Milliyetçiler arasındaki çatışma olarak tanımlamaktadır. Bu iki kamp arasındaki çatışma, en çok, Avrupa Birliği üyeliğine karşı takınılan tutumlarda kendisini göstermektedir. Globalist muhafazakârlar cephesinde, AK Parti'nin yanında, sayıca çok önemli olmasalar bile entelektüel ağırlıkları küçümsenemeyecek olan lâik liberal demokratlar yer almaktadır. Savunmacı milliyetçiler cephesi ise, paradoksal bir biçimde, aşırı milliyetçiler, radikal Kemalistler ve köktenci İslamcılardan oluşmaktadır. Birinci grubun Avrupa Birliği üyeliği ve demokratik reformlar yanlısı tutumuna karşılık, ikinci grup bu hedefleri ya açıkça reddetmekte veya bunları pratikte gerçekleşmesi mümkün olmayan şartlara bağlamaktadır. CHP'nin son yıllarda birinci kamptan ikinci kampa yaklaşması ayrı bir paradokstur. Tarihsel olarak Türkiye'nin modernleşmesinde büyük rol oynamış olan ve kendisini hâlâ bu misyonun sahibi olarak gören bir partinin, Türk modernleşmesinin nihaî aşaması olan Avrupa Birliği projesi konusunda aşırı şüpheci bir tutum almasını açıklamak gerçekten zordur. (Ziya Öniş, "Conservative Globalists versus Defensive Nationalists: Political Parties and Paradoxes of Europeanization in Turkey.") CHP'nin, 2007 seçim beyannamesinde AB projesinden ancak birkaç satırla ve çok genel ifadelerle bahsetmesi, bu şüpheci tutumun kanıtıdır. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki yıllarda siyasal mücadele, bu eksen etrafında cereyan edecektir.
Kaynak: Zaman