Pazartesi günü Tahran'da yaşananlar bizim için öylesine yeniydi ve dünyayı kolayca hazmedilir lokmalara bölmek için kullandığımız kategorilere göre öylesine yabancıydı ki kafa karışıklığı ve yanlış anlamaya musait bir durum var.

Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile 18 saat oturup en sonunda bir anlaşmaya varmalarını, İran'ın, elindeki uranyumun bir kısmı karşılığında reaktör yakıtı almak üzere takas etmeyi kabul etmesini nasıl yorumlamalıyız?

Brezilya ve Türkiye tam da ABD ve müttefiklerinin geçen Ekim ayında denedikleri ama başaramadıkları şeyi yani nükleer silah yapımında kullanılabilecek uranyumu reaktör yakıtıyla takas etmeyi başardılar. İran'ın maksadına ulaştığına varsayacak olursak – biraz genişçe bir varsayımdır bu – anlaşmayı daha iyi şartlarla yaptıkları bile söylenebilir. Ancak büyük güçlerin korktuğu bir ülkeyle hasmane bir karşılaşmanın tam orta yerinde iyi niyete dayalı dostane müzakereler yürüterek ABD liderliğindeki müeyyide görüşmelerinden yan çizildi.

Türkiye-Brezilya'nın yürüttüğü anlaşma, ABD'nin Çin ve Rusya dâhil BM Güvenlik Konseyini öyle pek cezalandırıcı olmayan ama sembolik müeyyide artışına ikna etmesi sonucunda küçümsenmiş gibi durdu. Ankara ve Brezilya'dan kızgın sesler yükseldi.

Bu anlaşmayı yorumlama şekliniz, dünya uluslarını bölen kalın çizgileri nasıl gördüğünüze bağlıdır.

Her nesilde, dünyayı muntazam bölümlere, uluslar demetine ve güç bloklarına böldük. Winston Churcill 5 Mart 1946'da “Demir Perde” konuşmasını yaptığında olan buydu; ideolojik görüş ayrılığı fiziki bir engele dönüşmüştü. Altı yıl sonra da Fransız demografi uzmanı Alfred Sauvy, çok fakir ve çok kızgın ülkeler ile dünyanın geri kalanı arasında bir hat çizmek için “Üçüncü Dünya” terimini ortaya attığında olan yine buydu.

Soğuk Savaş ideolojileri ve önceki yüzyılın zenginlik farkı uçup gidince bu ayrım hatlarının her ikisi de bu yüzyılda çözüldü. Haritayı yeniden çizmeye çalışıyor, yeni sınırların taslakları üzerinde çalışıyoruz. Evet, halen çok fakir ülkeler var, alarm veren otoriteryan ülkeler var. iyi de her iki kategoriye de girmeyen Brezilya ve Türkiye'yi nereye koyacaksınız?
 

Pazartesi günü haberler gelirken, bazıları bunu ABD, Avrupa, İsrail ve müttefiklerine muhalefette birlikte çalışan “haydut bir blokun” yükselişi olarak anladı. Herşeyden evvel Rusya, Hugo Chavez'in alarm verici rejimine ve İran'a silah satıyor. İran, Küba ve Venezüella'ya ziyaretler düzenliyor. Çin ve Rusya, müeyyideleri bertaraf etmesi için İran'a yardım ediyorlar.

Bu okumaya göre, Pazartesi günü yapılan anlaşma, bu uluslar arasında bir paktın nişânıdır ve aralarına Brezilya'yı ve Türkiye'yi de almışlardır - Brezilya, Venezüella ve Küba hakkında hoş açıklamalar yaparken Türkiye, İslam dünyasında nüfuzunu artırmak için Suriye'yle yakınlaşmıştır. Her iki ülkenini vatandaşları, refleks olarak Amerikan karşıtıdır.

Dünya'yı bu şekilde okursanız, o halde Pazartesi günü yeni bir dünya kuruldu, hain ve de tehlikeli. Amerikalı sağcı yazar Ralph Peters buna “ittifaklar toplululuğunun birleşmesidir ve sıkıntının artması anlamına gelir” diyor.

Bu görüşü sadece Soğuk Savaş'ın adamları söylemiyor. İngiliz İşçi Partisi'nden milletvekili Denis MacShane, Lula'ya açık bir mektup yazdı: “Sayfalarımı derin bir üzünütüyle açıyor ve insan haklarını, sosyal adaleti, özgür sendika hareketlerinin savunduğu ne vara hepsini inkar etmenin ete kemiğe bürünmüş canlı simgesini kucaklarken görüyorum sizi.”

Fakat dünyanın bu şekilde okunması, çok daha önemli bir boyutu gözardı etmektedir. Bazı yorumcular bunu dik kafalı Lula ve Erdoğan'ın haydut diplomasi hareketi olarak tanımlarken, ABD Dışişleri Bakanlığı düzenlediği bir basın toplantısında gazetecilere ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın takas anlaşmasını müzakere etmeleri için Türkiye ve Brezilya'yı yüreklendirdiğini açıkladı. Türk yetkililer, bu anlaşmanın yeni müeyyidelerle çatışmadığını, esasen, kötü polisin müeyyidelerinin, anlaşmanın hayat geçirilmesini hızlandırabileceğini usulca söylüyorlar.

Bu hafta, Brezilya ve Türkiye, Kanada'nın çok uzun zamandır çabaladığı yere vardılar. Başarılı, orta çaplı güç olmak. Ottawa, 1960'larda o da birkaç yıl hâriç, bu mevkiye hiçbir zaman ulaşamadı çünkü ortada olmanın gereğini hiçbir zaman yapmadı. Pazartesi günü şahit olduğumuz olay, gerçek bir ortaydı. Tehlikeli bir yerdir. Şayet İran 30 gün içerisinde anlaşmanın gereğini yapmazsa, bu ülkeler zayıf ve samimiyetsiz görünecekler. Fakat eğer başarırlarsa, oyunun kuralını kalıcı olarak değiştirmiş, geçit vermeyen bir bölünmenin yaşandığı orta yerde barışı sağlamış, dünya haritasına yeni ve kalın bir çizgi çekmiş olacaklar.


Kaynak: The Globe and Mail

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alplaslan Balcı