Türkiye'deki gelişmeler, biz Araplar içinde kimleri ilgilendiriyor? Arap dünyasında 'Türk modelinin' modern ve ilerici demokratik devlet modeli olması yönündeki başarısıyla ilgilenenleri kastediyorum tabii ki.
Birçok Arap ülkesinde iktidardaki politikacılar, Türkiye'deki demokratik deneyimin başarısızlığında 'çıkarları' olanlardır. Zira Türk modeli uzun yıllar askerî kurumun iktidar üzerindeki kontrolünün başarısız bir modeli olarak yaşadı. Türkiye'nin demokrasi dışı bir görüntüye dönmesi, bu iktidardaki Arap çevrelerini, geçen on yıl zarfında doğmaya başlayan karşıt Türk modelinin (AKP) baskısından kurtardı ve rahatlattı. Bu karşıt model, Türkiye gibi büyük Müslüman bir ülkenin, İslami köklere sahip bir partinin birkaç kez hükümet başkanlığına gelmesi de dahil demokratik iktidar değişimi sistemi üretme gücünü göstermesidir. Her halükarda Türk ordusu, siyasi deneyimi içinde bir gün dahi 1952'de kışlalarından çıkıp şu ana kadar geri dönmeyen Arap orduları gibi olmadı. Türk ordusu, 1960, 1971 ve 1980'deki üç askerî darbesi, 1997'deki tankları sokaklara indirmeksizin barışçıl tehdit kanalıyla yaptığı postmodern darbesi ve şu an 'yargı darbesi' ihtimaliyle birlikte daimi olarak sivil siyaseti iptal etmekten çok 'budamakta' kararlı oldu.
Son yıllarda birçok Arap reformist, uzun süre Türkiye gelişmelerini tanımayı kabul etmemeleri sonrası Türkiye'de yaşananların, siyasi demokrasisini ekonomi ve kalkınmacı modernleşme üzerine yapılandıran demokratik bir devletin doğumu açısından çok önemli olduğu kanaatine vardılar. Bu kimseler, şu an nefeslerini tutmuş Türkiye'deki mücadelenin nasıl sonuçlanacağını bekliyorlar. Zira deneyimin çökmesi, Müslüman dünyada modern demokratik devletin inşası yönündeki tek fırsatın çökmesi anlamına geliyor. Türkiye'de üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi dramatik bir çatışma bekleyenlerden değilim. Tehlikelere rağmen Türkiye'nin geriye dönüş ihtimalini aşacağını düşünüyorum. Fakat bu tehlikeler nereden geliyor? Tehlikeler Türkiye iç şartlarında iki yönden geliyor. İlki, devlet ve toplumdaki klasik Kemalist çevrelerde AKP'nin laik devleti 'İslamlaştırma' yönünde 'gizli planı' olduğuna dair oldukça abartılı ve hatta bazı zamanlar histeri derecesindeki endişeleridir. Kemalist kâbuslar oldukça büyük ve hatta üniversitelerde başörtüsü yasağının son bulması sonrası bile olsa haklı değil. Zira başörtüsünü yasaklama kararı, her ne kadar ortada üniversitelerde başörtüsüne izin verilmesinin etkisinin, kırsal kesimlerde -şehirlerde değil- başörtüsü dayatılması yönünde tehlikeli ve kapsamlı toplumsal bir akımın çıkmasına olanak sağlayacağını ifade eden Kemalistler olsa da esasında büyük bir hatadır.
Fakat ortada Türkiye'de şartların bu noktaya gelmesinin, yani partileri kapatma noktasında sabıkaları olan Türk yargısının AKP'ye karşı harekete geçmesinin sorumlusu ikinci bir taraf daha var. Bu taraf Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'da kendini gösteriyor. Zira Sayın Erdoğan ve parti yönetimi şu an uzak oldukları bir provokasyonun bedelini ödüyorlar. Bu provokasyon, eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olması, yani laik devletin sembol sarayı ve cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün oturduğu Çankaya sarayına çıkması ısrarıdır. Atatürkçüler endişelerini abarttılar. Erdoğan karşı koyuşunu abarttı. İşler tehlikeli bir çatışma derecesine vardı. Yaşananlar, Türk modelinin, dine düşman laikliğin Fransız kaynağından dinî özgürlükleri destekleyen laikliğin Anglosakson kaynağına tarihî geçiş içinde olduğu derin zorlukların görüntüsüdür. Başbakan'ın kendisinin 'kurban' olduğunu düşünmesi gerekmez. Zira şu an 'Türk modelini' kurtaracak olan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün gelişi öncesindeki uzlaşı ruhuna dönüştür. Devlet adamının tarihî misyonu, partinin başarısı değil, modelin başarısıdır. Müslüman dünyada olduğu gibi Arap dünyasında da bizlerin bunda çıkarı vardır.
Kaynak: Zaman