Türkler, etkin diplomasileri gölgesinde şu günlerde bir girişimden ötekine ve bir arabuluculuktan diğerine geçerek hız kesmiyorlar. Zira İsrailliler ile Suriyeliler arasında 'dolaylı müzakereler' denilen arabuluculuk, Filistinli Fetih ile Hamas hareketleri, Hamas ile ABD arasındaki arabuluculuklar sonrası Ankara'ya şimdi de Şam ile Bağdat arasında yeni arabuluculuk isnat ediliyor. 
 
Irak'ın başkentindeki son patlamalar bu ilişkileri en kötü noktaya götürdü ve bu durum, iki başkentin büyükelçilerini karşılıklı çekmelerine kadar gitti. Ayrıca Irak Başbakanı Nuri el Maliki, uluslararası adaletin işletilmesi ve patlamaların sorgulanması talebinde bulundu. Türkler ayrıca Lübnanlıların birbirleriyle müzakerelerine katıldı. Müzakereler geçen yıl Doha anlaşmasıyla sonuçlandı. Türkler çeşitli roller oynadılar ve gazetelerin ilk sayfalarına çıkmaları kolay olmadı. AK Parti açıklamaya gerek duymayan ulusal kanaatlerden hareketle ülkesinin rolünü büyütmeye çalışıyor. Ortada, referansı imparatorluk veya tabiri caizse şûra imparatorluğu inşa etme yönünde kesin bir eğilim var. Öyle ki Ankara'ya özellikle de Arap ve İslam ülkelerinin etki merkezlerini vuran zayıflığın gölgesinde stratejik konularda 'yeni Osmanlı' olarak bakılıyor artık. Bu eğilimin genel olarak Batı'da ve özelde Avrupa'ya yakınlaşma ve üye olmasını kolaylaştırma noktasında etkisi oldu. Ayrıca iktidardaki İslamcı parti ile 'Cumhuriyet'in teminatı' laik ordu arasındaki iç gerginliğin bir nebze parçası olan bölgedeki gerginliği ortadan kaldırdı.

Fakat Türk diplomasisi, İslamcı köklerini gizlemeyen bir başka yaklaşımla yani 'bölgenin kenetlenmesi ve ülkeleri arasında mümkün olduğunca yakınlık kurulmasının herkesin yararına olacağı' yaklaşımıyla bunu yapmaya çalışıyor. Özellikle de bu vaat edilen kenetlenme sadece İsrail'e karşı değil, İran'a karşı da güçlendirilecek bir ılımlılık temelinde yapılacaktır. Tahran'la sıcak ilişkileri muhafaza eden Ankara, İran projesinin kendi projesiyle çatıştığının bilincinde. Türk-İran nüfuz çekişmesi uzun yıllar Ortadoğu'daki siyasî ve sosyal hayatın motoru olarak kaldı. Burada zihinler hemen İran-İsrail-Amerikan ilişkilerine ve bunun Körfez, petrol zenginliği, ikmal yollarının yanı sıra Lübnan ve birçok Körfez ülkesinin sosyal dokusu üzerinde bırakacağı sonuçlara gidiyor.

İRAN, ÇILGINLIK PEŞİNDE...

Türkiye'nin hacmi, konumu ve derin tarihle güçlenmiş Müslümanlığının yanı sıra Avrupa'yla bağı, NATO üyeliği ve özellikle de İsrail'le olan askerî ilişkileri, kendisini ilkesel açıdan bu rolleri oynamakla yetkin kılıyor. Erdoğan hükümetinin bu unsurları etkinleştirmek ve yüksek oranda kenetlenmeden beslenen bir strateji içinde eritmek noktasında makul bir başarı ortaya koyduğu varsayımı bu durumu güçlendiriyor. Örneğin bu kez Kürt sorununa siyasî nokta koymak için büyük bir eğilim söz konusu. Şöyle ki; Türklerin bölge sorunlarının çözümüne çalışırken bizzat kendilerinin şiddetli sorunlar içinde olması pek mantık dışı görülecektir.

Yalnız bütün bunlar yeterli değil. Zira Ermeni sorunu, Batı'yla ilişkileri tıkama ve Ankara'nın etkisini bitirmedeki rolü gibi daha küçük hacimli sorunları göz ardı etsek dahi ortada iki büyük başlık kalıyor. İlki Türklerin taşıdığı iyi niyetin, girişimlerinin 'teorik' gelişiminin alternatifi olmaması. İyi niyet hâlâ gelişigüzellik ve kavgada anlaşmanın yeğlenmesi yönündeki ahlakî sözler tabakası altında kalmış durumda. İkinci başlık ise bugünkü çekişmelerin radikalizme daha fazla meyletmesi. Özellikle de İran, bölgeyi uçurumun kenarına veya patlamanın eşiğine getirecek aşırılığa meylediyor.

HAZIM SAGİYE / Ürdün gazetesİ El Ghad

Kaynak: Zaman