Türk Aydınının Patolojik Tutumu Ve Ertuğrul Özkök Örneği

 

 

Türk aydını, din olgusunu batı kültürü üzerinden algıladığı için kendi ülkesinde komik duruma düşmektedir. Dinin abecesi dâhil temel momentleri konusundaki cehaleti dillere destan bir özellik taşımaktadır.

 

Din; batı tecrübesi üzerinden öğrenilen, batıdaki yerleşik yargılara göre düşünülen ve sürekli tahkir konusu olarak temellendirilen bir olgu olarak Türk aydınının fikir dünyasına girebilmektedir. Türk aydını sadece din konusunda ideolojik gözlüğünü asla terk etmemektedir. Dini, sosyolojinin konusu olarak ele alan Türk aydınlarının da nesneye dönüşmüş dini, gerçek boyutları ile kavraması ve algı dünyasına anlamlandırması mümkün görünmemektedir.

Batılı görüş sadece İslam değil, bütün dinlerin sahih bir şekilde algılanmasına ontolojik yapısı gereği imkân tanımamaktadır. Türk aydını da batılı görüşü tek gerçeklik olarak tanımlamasından neşet eden bir zihin dünyasına sahip olması baştan itibaren kendi halkı ile ilişkilerinin kopuk olmasına neden olmaktadır. Bu tespitler sadece Kemalist aydınlar için geçerli değil farklılıklar arz etse de batı düşüncesini eksene alan bütün aydınlar için geçerlidir.

Türk Liberal aydınların diğer aydınlardan farkını ifade etmekte yarar vardır. Her ne kadar onlarda diğer aydınlar gibi illetli bir bakışı taşıyor olsalar da özgürlük vurgularının şiddetinden meydana gelen pozitif ilişkileri kendileri adına bir olumluluk taşımaktadır.

İslam dini gibi metafizik ilkeleri berrak ve bir o kadar da derin bir vizyonu isteyen dünya görüşünü bir başka dünya görüşünün temel parametreleri çerçevesinde anlamlandırma girişimi kendiliğinden saf dışı kalmaktadır. Özellikle tahkir edici refleksi beraberinde bulunduran tutumların bir doğru arayışına tekabül etmesi düşünülemezdir. Elbette ki bir dünya görüşüne sahipseniz, bir başka dünya görüşünü bu inandığınız dünya görüşü çerçevesinde eleştirirsiniz. Ancak bu durum bir hakikat arayışına tekabül etmeyecektir. Çünkü sahip olduğunuz dünya görüşü size bazı kesin yargılar vereceği için bir başka dünya görüşünü değerlendirirken doğruya ulaşmanıza engel olacaktır.

Bir hakikat arayıcısı eğer gerçekten temel düsturu hakikat arayışı ise sahip olduğu yargıları geçici bir sürede olsa bir tarafa bırakarak bir dünya görüşünü araştırmalıdır.

Buna Türk aydınlarının ne nefesi ve ne de vakti vardır…

Bu patolojik durumun açığa çıkmasına vesile olan onlarca olaydan bahis açılabilir. Ancak biz sadece bu cumhurbaşkanlığı sürecinde ki tutumlara gönderme yapacağız.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesinden sonra gösterilen tepkinin şiddeti ve yoğunluğu bir hakikat arayışı yerine varolan yargıların keskinliğinden neşet etmektedir. Seçim süreci ve 22 Temmuz 2007 seçiminden sonra gösterilen tutumda aynı özelliklere sahiptir. Liberal aydınları bir tarafa bırakacak olursak eğer, Kemalist ve Türk Solu aydınları, demokratlıklarına bağlı olarak keskin tavırlar verdiler. Halkı cahillikle suçlamadan tutunda ‘iradesi olmayan sabi’ muamelesine tabi tutulmaya kadar çeşitlendirerek seçkinci bir tutumu dikte ettiler. Halk cevabını vermişti… Ama halkın cevabı önemli değildi. Çünkü onlar bu ülkenin hayrına olan işleri herkesimden daha iyi biliyorlardı ve bu hak sadece onlara verilmişti. Rejimin sahibi onlar olduğu gibi Atatürk’ün mirasına da onlardan daha layık kim olabilirdi ki? Bu yaklaşım ve ruh hali ile ancak bu kadar işe yarayabilirdi. Mazur görülmeli bence…

Burada ilginç bir örnek olarak Ertuğrul Özkök’ün tavırlarını gözlemleyelim. Seçimden hemen sonra yaptığı çağrı: Herkes kendi mahallesine bir kez daha dönüp baksın, eleştirilecek durumlar eleştirilsin. Mahallelilik bizi bazı şeyleri görmekten alıkoymasın! Ayrıca başka mahallelerin varlığını kabul ederek onları anlamak için empati yapalım… Uyum, uzlaşma ve birbirini anlama üzerine bina edilmiş çağrılardı. Fakat Abdullah Gül cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenince; önce centilmenlik yapma çağrısı sonra dozajı artırılarak meşhur deyimle ‘aba altından sopa gösterme’ özelliği taşıyan yol göstermeler. Ardından birinci tur ve Başbakanın Bekir Coşkun için söylendiği kabul edilen sözleri üzerine atağa geçerek karşı mahalleliye vurmaya başlamalar... Sadece vurma ile yetinmediği gibi ‘biat’ kavramına göndermeler yaparak eleştirinin yoğunluğunu ve mesajın ağırlığını çoğalttı.

Biat üzerine yazdığı iki yazıyı da okudum. Özellikle son yazısında biat’ın arzuladığı işi kolaylaştıracağı savı üzerine övgüler yağdırdı. Yani Başbakan emredecek ve İslamcı aydınlar hemen kalemlerini indirerek Ertuğrul Özkök’ün istediği yazılar kaleme alınacak!

Bu iş bu kadar ucuz ha!

Bir kere biat kültürü diye nitelendirdiği kavramı algılayacak düzeyde bir kültüre ve bilgiye sahip olmadığı ortada Ertuğrul Özkök! Baştan itibaren yanlış bir anlamlandırma sonucu biat derken körü körüne bir itaat kültürü diye yorumlanıyor. Ne kadar yanlış! İslam düşüncesinin temel kaynakları olan Kur’an ve Sünnet kaynaklarının hangisinde bu yorumu haklı çıkarak belgeleri var diye sorma hakkımızı kullanmak istiyorum…  Acaba Ertuğrul Özkök ve benzerleri kavramları bu düzeyde yanlış algılamalarının arkasında yatan temel gerçek kendi itaat kültürleri yatmasın! Çünkü batılı aydınlar batı despotizminin dayattığı üniform yaşam tarzını kutsallaştırmaktadırlar. Kendi yaşadıkları psikolojiden kalkarak ters psikoloji yaparak biat kavramını itaat kavramı ile özdeşleştirmektedirler. Özgürlük bir ilke çerçevesinde eleştiri yapabilme imkânı ise bu hak yeterli düzeyden de fazla olarak İslam düşüncesinde vardır…

İlkeli olma bir ahlak olgusunu ve beraberinde de bir hukuku taşır. Dolayısı ile İslam düşüncesi aynı zamanda bütün hükümlerini bir hukuk doktrini çerçevesinde yorumlamaktadır. Özgürlük ise bütün İslam tarihi boyunca onlarca doktrin ve akımı bağrında taşımasından belli olmaktadır…

Hem Ertuğrul Özkök’ün bu kısa zaman diliminde bu kadar tavır değişikliğini nasıl açıklıyor? Ayrıca sürekli İslamcı yazarları töhmet altında bırakan yorumları kaleme alırken kime sormakta? Belki kendisini haklı çıkaracak bir iki kalem bulabilir, ondanda şüpheliyim ama olsun! Bulduğunu varsayalım: bu onun bütün İslamcı aydınları ve düşünce insanlarını aynı kefeye koyma hakkı tanır mı?

Biat kavramında olduğu gibi diğer bütün İslami kavramlarda da düşülen hata aynı! Bir kavramı kendi düşünce hinterlandında anlamaya çalışma yerine yanlış pratikler üzerinden kalkarak hem düşünceye ve hem de bu düşünce sahiplerine haksızlık etmeye hayâ edilmiyor! Utanma duygusu insanı daha mütereddit olmaya iter! Çünkü yazdığınız ve töhmet altında bıraktığınız her insan için bir sorumluluk sahibi oluyorsunuz! Ancak bu Türk aydınlarında sorumluluk sahibi olmak sadece kendi ideolojisini koruma ve kollama görevidir. Yazık! Gerçekten çok yazık bu ülkeye! Ve maalesef bu tarz düşünce sahipleri medyanın ağırlığını oluşturarak insanlara tepeden baktığı gibi hakaret etmeyi de bir hak olarak görebilmektedir.

Bilinmelidir ki biat kavramında olduğu gibi diğer İslami kavramlarda sizin bildiğiniz gibi değildir. Biat kavramı hiçbir zaman itaat kavramı ile özdeşleştirilmemiştir. İmparatorluklar döneminde bile en güçlü sultanlara ve halifelere sürekli muhalefet edecek aydın ve âlimler olmuşlardır. İslam tarihi bunların öyküleri ile doludur.

Biat kavramı kök olarak b-y-a: Bey’ün fiilinden oluşturulmaktadır. Türkçe karşılığı; karşılıklı alış veriş yapmaktır. Bey’at ise; hukuki özelliği taşıyan karşılıklı sözleşme anlamına gelmektedir. Hani Jean Jack Rousseau’nun ortaya koyduğu toplumsal sözleşme varya; işte tam olarak o demektir ve hem de bin yıl kadar öncesinden… Öyle bilmeden üfürüvermekle entelektüel olunmuyor ne yazık ki! Bununla ilgili bir sürü açıklama yapılabilir. Ancak bu kadar açıklama yeterli olmalıdır…

Ertuğrul Özkök, seçim sonrası ilk yazılarında dile getirdiği empati kurmayı denemiş olsaydı bu kadar yanlışa düşmezdi. Bir kavramı bu kadar hoyratça kullanmaya cüret etmezdi. Biat bir özgürlük ve anayasal vatandaşlık uygulamasıdır. Biat verdiğiniz kişi ve kurumlara körü körüne bağlılık değil üzerinde anlaştığınız ilkelere sadakatle ilişkilidir. Sadakati bozduğunuz zaman biatı da ortadan kaldırmış olursunuz. Bu sadakat sizin anladığınız gibi bir çıkar bağlılığı değil, tam tersine ilke üzerinde bir anlaşmaya bağlıdır. Ayrıca biat bir İslam toprağı ve milleti için geçerli bir kuraldır. Biat için şu an bir mekân ve zaman yoktur. Lütfen itaat kavramının yozlaştığı bir alanda özgürlük simgesi olan biat kavramını yerleştirmeyelim ve kendimizi gülünç duruma düşürmeyelim. Ne olur biraz okuma ve basiret gerekli olduğunda nasiplenelim…

Yoksa Türk aydını bu kafa ile sadece Türkiye’nin gelişmesinin ayak bağı haline gelir. Milletin kahır ekseriyetini sürekli dışlayarak varılabilecek bir özgürlük alanı da yoktur. Milletsiz bir cumhuriyet ve devletin de mümkün olmadığını kabullenmenin zamanı çoktan geçmektedir. Aklımızı başımıza alarak daha yaşanılır bir ülkeyi birlikte inşa edebiliriz. Öncelikle birbirimizi doğru anlamaya çalışarak ve empati kurarak bunu sağlayabiliriz. Hiçbir İslamcı aydın bir başkasının inancı ile alay etme hakkına sahip olmadığı gibi bir İslamcı aydınında inancı ile alay etmeye kimsenin hakkı yoktur. Düşünce sahasında kalarak istediğiniz tartışmayı gerçekleştirebiliriz. Önemli olan insanımızın mutluluğu ve hayrı ise kim doğruları ortaya koyuyorsa onu destekleyemiyorsak ta bari kösteklemeyelim…

Millet kendi mecrasını bulur! Bu güne kadar nasıl bulduysa ve yanılmadıysa…