Kâinatın özü olan insan eşya ile ontolojik bir zemin paylaşır! Bu paylaşılan zemin insanın varlık karşısında etkin/edilgen kılar. Eşya ilişkisinde de etkileşimi önceleyen bir boyut içerir.
Mucize kendi zuhuratında gizlenir! Açığa çıkma bir bakıma saklı kalmayı imler. O yüzden 'görüntüye değil görüntünün perde gerisine bakın' denir. Açığa çıkmayan önem kazanmalı!
Ama insan bu cehaleti ile kendisini pekiştirme adına görüntüyü önemser ve katı bir keskinlikle gerçeği burada arar! İnsanlığın yanlışa yönelme serüveni de böylece başlamış olur…
Eşyanın bir tarihi vardır.
Bir yaprağın ağaçtan düşüşünü zihninizde canlandırabilir misiniz? O düşüş yaprağın tarihini oluşturur. Yaprağın ağaçtan düşüş anında duyduğu acı, keder ve hüznü hangimiz anlayabiliriz? Aslında bunu anlamak çok kolay; her insan benzer bir duyguyu bir şekilde yaşamaktadır. Kim bir yakınını toprağa vermemiş ki?
Rüzgârın sert, yumuşak, sıcak veya soğuk olarak yüzlerimizdeki gezintisini hatırlayalım! Havanın yüzümüzü okşayışına göre ruhsal dengemiz şekil kazanır ve bu bedenimize de sirayet eder.
Öfkemizin, hüznümüzün, sevincimizin, neşemizin, kaygılarımızın, üzüntülerimizin, yaslarımızın küçük bir müdahale karşısında farklılaştığını gözlemleyebiliriz. Küçük bir enstantane hayatımıza renk katabilir. Bunları yaşarken çoğu zaman farkında olmayız!
Dağlık bir arazide bir söğüt gölgesinde harika bir manzara seyrederken ayaklarınızın dibinde şırıl şırıl akan bir su teninize değiyor. Bir tarafta yazın sıcağında serinletici bir rüzgâr, diğer tarafta ise teninizi ürperten bir soğuk su: insanın varoluşu idrak edeceği zaman ve mekân!
Mucize içinde olmaklığımızdan fark edemediğimiz oluş!
Hava bulutlu, bulutlar ağırlaşmış, gökyüzü gri olmuş, uzaktan başlayan bir toz bulutu yavaş yavaş helezonlaşarak hızlanıp gelmekte, aşağıda ince olan beli yukarı çıktıkça genişleyerek, aşağıdan ne bulursa kendine çekmekte ve onu savurmakta; siz uzaktan bu manzarayı seyre dalmışsınız; bir anda hayretler içinde kalıyorsunuz? Hayran hayran oluşan manzarayı seyrederken ruhunuz müthiş bir 'hayret' içinde acze düşmekte!
İnsan etrafına, fıtratın nazarı ile bakarsa nüfuz eder eşyaya…
Bir bebek, insanoğlu, yeni doğmuş, ne olduğu tam kavranılamayan, emeklemeye başlıyor, gülücükler dağıtıyor, etrafını bir anda neşeye boğuyor; yürümeye başlıyor ve yaşı üç, dört, beş derken büyüyor; küçük yaşlarda bu evladın yaptığı bütün yanlış ve çirkin davranışlar hoşgörü ile karşılanıyor. Yaramazlıkları görmezden gelinir, hataları af edilir, istekleri karşılanır. Bu durumun açıkçası bir açıklaması da yok! (İkna edici bir açıklaması yok anlamındadır.) aynı çocuk ergenlik çağına girerken önce yaptıkları davranışlar kızgınlık oluşturur sonra cezalandırma ve öfkeye neden olur! Bütün bu olup biten durumlar karşısında çocuk aynı çocuktur! Ama tavırlar sürekli değişiklik göstermektedir. Bu durumun biyolojik, pedagojik vb. birçok açıklaması yapılabilir. Ancak insanı bu tarz bir davranışa iten temel gerçeği açığa çıkaramaz! Bu durum sadece insan ve evladı için geçerli bir davranış türü değil, birçok varlığın ilişkisinde bu durum gözlenir. Nice fedakârlıkların yapıldığını gözlemlemek sadece görme ile bakma arasındaki farkı anlamayla ilişkilidir…
Bütün annelerin –insan, hayvan türlerinin büyük bir çoğunluğu- yavruları için gösterdiği sabır, sebat ve fedakârlık açıklanabilecek bir tür değildir. Bu durumun arkasındaki derin fıtratın yükselen sesini göremezseniz, mucize ile bağınızın eksildiği aşikâr hale gelir…
Farkındalık; insanın diğer varlık ve varoluş süreçlerinden ayıran temel mümeyyiz vasfıdır!
Bir sanatçı duyarlılığı farkındalıkla kendisini zirveye taşıyacak istidadı yakalayabilir. Fark etme, ayırt etmeyi; temyiz gücünü oluşturur ve şuur ancak bu boyut çerçevesinde kendisini oluşturur. Şuurlu insan; temyiz gücüne sahip olan ve fark etmeyi kişiliğinin bir parçası haline getirendir…
İyiliğin ve kötülüğün mimarı olan insan, tecrübesi ile yola koyulur. Bu tecrübe; bilgi, deneyim, fark etme, temyiz etme ve şuur ile taçlanarak sahih ve salim, sağlam ve doğru bir yolu imler… Eşya ile sahih bir ilişki kurmaya vesile olur!
Çarpıcı bir manzara, harika bir enstantane, estetik bir hareket, ince bir davranış insan ruhunu kanatlandırır ve onu bir başka diyara taşır. İnsan çoğu kez böyle durumlar karşısında hülyalara dalarak zaman mefhumunu ve mekân algısını kaybeder. Eşya ile ve oluşla ilişki ve iletişimi ile insan zaman ve mekân algısını aşarak farklı bir dünyayı tahayyül ederek tecrübe dünyasına indirgeyebilir!
Her an bir oluş gerçekleşiyor ve her an bir mucize ile buluşuyoruz!
Mucize içre mucizesiz bir hayat kuran tek varlık: insandır. İstidadını en asgari düzeyde kullanıma açan, sahip olduğu yetileri ile en az yetinen ve aklını doğru kullanma konusundaki beceriksizliği ile meşhur olan tek varlık yine insandır…
Rüzgârın yüzümüzü okşayan dokunuşu, ağaçtan düşen yaprağın kulağımıza gelen hışırtılı müziği, akarsuyun ruhumuzu okşayan şırıltısı, ormanın derin sessizliğinde yatan büyük varlık senfonisi, eşyanın yürek titreten tınısı, bitkilerin gözü okşayan resmi, hayvanların duygularımızı harekete geçiren hareketleri bize bir tek şeyi söylemektedir: insan; senin dışında bir varlık seni ve varlığı kuşatmış ve size yaşama güdüsü vermiştir.
Yaratıcının bütün fiilleri mucizedir.
Ve sen bu mucizenin içinde yaşıyorsun ama fark edemiyorsun! O zaman yapacağın ilk şey; fark et! Fark edersen eğer mucizeyi ilk anından itibaren keşfedebilir ve bunun sana sağlayacağı şuur ile yaratıcının hoşnutluğunu kazanacak kulluk bilincini kuşanırsın…