Başkan Obama, geçen hafta Ortadoğu üzerine yaptığı konuşmada Amerika’nın bölge halkının değişim talebinin yanında durduğunu şüpheye mahal bırakmayacak şekilde açıkladı.  Amerika’yı S. Arabistan’la sürtüşme sürecine itmektedir bu.

Krallık, halkın reform talebinin hakkından gelmeye azimli yeni bir retçi cephenin lideri olarak ortaya atıldı. Böylesi bir cepheye İran’ın liderlik etmesi beklenirdi ama gelin görün ki bizim politikamızın hakkından gelmek isteyen taraf, Amerika’nın bölgedeki en yakın Arap müttefiki oldu. Her ne kadar Başkan konuşmasında S. Arabistan’a değinmediyse de kısa vadede ABD’yi Ortadoğu’da bekleyen en büyük meydan okuma Suudi Krallığıyla uğraşmak olacaktır.

Suudi yöneticiler Amerika’nın demokrasiye verdiği desteğin adını koyup bunu safça ve tehlikeli bulduklarını, Körfez monarşilerine yönelik varoluşsal bir tehdit olarak gördüklerini açık ettiler. Demokrasiyi desteklediği takdirde Amerika’nın Riyad’la özel bağlarını (siz bunu petrol olarak anlayın) bundan sonra artık hesaba katamayacağının sinyalini veriyor Suudiler.

Suudi tehdidinin maksadı, Amerikalı politikacıların Amerikan değerleri ile Amerikan çıkarları arasında seçim yapmalarıdır. Fikir o ki Washington ya Arap halkların reform taleplerini destekleyerek mevcut seyrini koruyacak ve S. Arabistan’la arasının açılmasını göze alacak yahut da S. Arabistan’la ilişkisini muhafaza edip Ortadoğu’nun geri kalanını kaybedecek.

Doğrusu, Başkanın da konuşmasında âşikar kıldığı üzere Amerikan değerleri ile Amerikan çıkarları arasında bir seçim, yanlış bir seçimdir. Amerikan politikası bu gerçeği yansıtmalıdır artık. Washington bugüne değin Suudilerin gönlünü almaya çalıştı. Artık Suudilerin söz ve davranışlarını sigaya çekme vakti gelmiştir.

Tektonik kayma

Şaşılacak bir yön yok, Arap siyasetinde tektonik kaymaların yaşanması, reform-açıklık-hesap verilebilirlik çağrısı yapan bir halk ayaklanması, Suud hanedanını üzmektedir. Krallık tıpkı Arap dünyasının geri kalanında olduğu gibi iş, özgürlük ve siyasette söz hakkı isteyen genç bir nüfusa sahip. S. Arabistanlıların yüzde 39’u 20-24 yaş arasındaki işsiz gençlerden oluşuyor. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in gençlerin kilit rol oynadığı protestolar arasında makamından inişini izleyen Suudi Kralı Abdullah reform taleplerini savmak için 35 milyar dolarlık sosyal yardım paketi açıkladı. Monarşiye zaman kazandırdı bu ama çok sayıda domino taşı gönül rahatlığına izin vermeyecek şekilde S. Arabistan yönünde devriliyor. S. Arabistan’ın sınırlarında, Bahreyn ve Yemen’de cereyan eden şiddetli protestolar hassaten baş ağrıtıcıdır.

Riyad, reformlara direnmeleri için her Arap yöneticiyi en baştan beri yüreklendirmiştir. Washington Arap Baharını ne kadar benimsediyse Riyad da o kadar üzüldü. Suudi yöneticiler Washington Mübarek’ten istifa etmesini istediğinde bunu bir istisna olarak anladılar ama ABD Bahreyn’de reformu zorladığında Amerikan politikasını kendilerine karşı doğrudan bir tehdit olarak gördüler.

Diyaloğu teşvik

Washington Bahreyn Kralı el Halife’yi muhalefetle diyaloğa teşvik etti; oradaki Amerikalı diplomatlar görüşmelere doğrudan aracılık ettiler. Riyad, Amerikan politikasını baltaladığı nadide adımını attığında neredeyse bir anlaşmaya varılmak üzereydi. Suudi yöneticiler, görüşmelerden çekilmeleri ve protestoların durdurulması amacıyla S. Arabistan ve BAE’den asker getirilmesi konularında Bahreyn’i ikna ettiler.

Bu hoyrat sert tedbirlerin zayıf mazeretleri, protestoları İran’ın örgütlemesi ve protestoların izinden giden İran genişlemeciliğini durdurma zaruretiydi. Tunus ve Mısır’da halk gösterilerinin ilham ettiği mahalli bir protesto bölgesel çatışmaya dönüştürüldü. Suudi stratejisi açıktır: Odak noktasını demokrasiden öcüye yani İran’a kaydır.

Bahreyn’deki neticeden cesaret alan S. Arabistan, Arap Baharını mağlup etmek için bölgesel bir strateji tutturdu. Riyad, Basra Körfezin’deki petrol üreticisi ülkelerin oluşturduğu bir grup olan Körfez İşbirliği Konseyi’nin Ürdün ve Fas’ı da içerecek şekilde genişletilmesi çağrısını yaptı – ki Ürdün ve Fas ne petrol üreticisidir ne de Körfez bölgesinde yer almaktadırlar.

Protestocuların teskin edilmesi

Körfez İşbirliği Konseyi’nin genişletilmesi onu Arap monarşiler klübüne çevirecektir. Konsey üyeliği nakit sıkıntısı çeken Ürdün ve Fas’a kızgın protestocuları teskin edecekleri bol miktarda mâli kaynak sağlayacaktır.  Bunun karşılığında reformdan sarf-ı nazar etmek ve Körfez ülkelerinde tekrar patlak vermesi halinde protestoları bastırmak için ordularını ödünç vermeye hazırlıklı olmak zorunda kalacaklardır.

S. Arabistan’ın yeni duruşu, Amerikan politikasına ciddi bir meydan okumadır. Suudi taleplerini kabul ediş, Amerika’yı bölgedeki tarihi dönüşümün yanlış tarafına yerleştirecek ve böylelikle uzun vadede sırf Amerikan çıkarlarına zarar verecektir. Bahreyn’in protestoları güç kullanarak bastırması Amerika’nın bölgedeki itibarını zaten çizmiştir.

S. Arabistan’ın İran’la gerilimi kasıtlı olarak artırması da risklidir. Basra Körfezi monarşileri, İran’a karşı saldırgan politikalarını destekleyecek askeri güce sahip değillerdir. Güvenilirlikleri, Amerikan desteğine bağlıdır. İran’ın canının acıtılması Körfez’de gerilimi tırmandırdığı takdirde, bölgedeki Amerikan çıkarları ve yoğun askeri varlığı ABD’yi kaçınılmaz olarak çatışmanın ortasına yerleştirecektir.

Meydan okumaya karşılık verilmesi

Bu nedenlerden dolayı Amerika, S. Arabistan’ın meydan okuyuşuna karşılık vermelidir. Bunu yapmakta acziyet gösterilmesi bölgedeki itibarımızı incitecek ve oradaki kamuoyunu bizden soğutup yabancılaştıracaktır - ki bundan yalnızca İran kazanç sağlar.

ABD, Ortadoğu’da liderlik rolünü ileri sürmelidir. S. Arabistan’la yakın bağlarımız olsa da Libya’da veya Suriye’de olduğu gibi Bahreyn’de reformları teşvik etmek için tetikte olacağımızı belli etmelidir. Bahreyn monarşisi muhalefeti bastırmaya son verip anlamlı bir diyalog başlatmadığı takdirde Washington harekete geçmeye hazır olmalıdır. Reform inisiyatiflerini desteklediğimizi ve sürecin tersine çevrilmesine hoşça bakmayacağımızı Ürdün ve Fas’a da belli etmeliyiz.

Petrol için Körfez ülkelerine bel bağladığımız doğrudur ama Körfez ülkeleriyle anlaşmazlığa düştüğümüzde petrolün akışında bir kesinti olmayacaktır. Geçimleri petrole bağlıdır: Petrolden kâr sağlamak için onu satmak zorundalar. Dahası, Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkeler, her iki Irak savaşının fazlasıyla ortaya koyduğu üzere güvenliklerinin muhafazası için bize bağımlıdırlar. O halde bizi kaygılandırması gereken Suudi tehditleri değil Ortadoğu halklarının tarihlerindeki bu kritik kavşakta bizim izlediğimiz politikalar hakkında nasıl hüküm verecekleridir.

Kaynak: Bloomberg

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın