Türkiye'nin bitirilmesi, Türkiye'nin İslâm'dan uzaklaştırılmasıyla mümkün olabilecek bir şeydir. Seküler-kapitalist küresel sistemin öncü kolu gibi çalışan "şebeke", Türkiye'nin İslâmî dinamiklere dayalı yeni bir medeniyet yürüyüşüne öncülük etmesini mümkün kılabilecek bütün imkânları yok etmeye, bütün dinamikleri dinamitlemeye çalışıyor.

Dünya tarihi, bir dönüm noktasının eşiğine gelip dayanmıştır: Küresel siyasî, ekonomik ve kültürel sistem, tıkanmıştır: Küresel sistemin sayandığı seküler-kapitalist paradigma, bize daha insanca, daha âdil, daha paylaşımcı bir dünya sunmuyor: Aksine, gücü ve güçlü olanı putlaştıran küresel darwinizm ilkesine dayanan; o yüzden de, küresel kaosların ve katastrofların, yozlaşmaların ve yolsuzlukların, haksızlıkların ve hukuksuzlukların hâkim olduğu bir dünya sunuyor.

Bütün bunlar, aslında İkinci Sanayi Devrimi'nden itibaren başta Nietzsche ve Husserl olmak üzere, bütün postmodern düşünürlerin; ekpresyonizm, empresyonizm, dadacılık, sürrealizm, varoluşçuluk gibi sanatın bütün türlerinde modernliğe başkaldıran modernist hareketlerin ve Toynbee'den Spengler'e, Dawson'dan Carpenter'a, Danilevski'den Berdyaev'e ve Sorokin'e kadar belli başlı bütün büyük tarih felsefecilerinin altını çizdikleri Batı uygarlığının yaşadığı felsefî bunalımın kaçınılmaz sonuçlarıdır.

Bu felsefî bunalım, sosyal, siyasî, ahlâkî sonuçlarını 1648 Westfalya motoriğinden itibaren üç asır boyunca hâkim olan Avrupa Dünya Düzeni'nin iki büyük savaşla birlikte bizzat Avrupa'nın harab-u tûrab olmasıyla gösterdi.

Avrupa hâkimiyetinin yerine kurulan Amerikan düzeni de tıpkı Avrupa düzeni gibi seküler-kapitalist paradigmaya, yani güce, güçlü olan'ın hâkim ve haklı olduğu ilkel ve barbar dünya tasavvuruna dayandığı için, dünyayı kaosun, katastrofun, haksızlıkların ve savaşların eşiğine getirmekten başka bir şey yapamamıştır.

ABD'nin dünya üzerinde kurduğu küresel hâkimiyeti meşrûlaştırmak, daha doğrusu pekiştirmek için kurduğu NATO, BM, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, seküler-kapitalist ahtapotun kolları olmaktan başka bir işe yaramamış, bugün dünyayı büyük bir belirsizliğin eşiğine bırakmıştır.

Wallerstein, "küreselleşme çağı belirsizlikler çağıdır; çeyrek asırda yaşanacak gelişmeler, dünyanın 300 yılını belirleyecektir" demişti.

İşte bu belirsizliğin aşılabilmesi, seküler-kapitalist paradigmaya dayanmayan, insan, kâinât ve Tanrı arasındaki bozulan irtibatın yeniden tesis edilmesini mümkün kılabilecek bir medeniyet paradigmayla mümkün olabilir.

İslâm medeniyetinin birinci büyük medeniyet krizini Osmanlı'nın geliştirdiği medeniyet meydan okumasıyla aşmış ve dünya tarihinin yapıldığı Doğu Akdeniz'le Hint Körfezi arasındaki dinlerin ve medeniyetlerin merkez üssünü sadece biz en az beş yüzyıl barışın, adaletin, estetiğin ve ahlâkın hâkim olduğu bir medeniyet tasavvuru ile yönetmeyi başarmıştık.

Dünya büyük bir bunalımın eşiğinden geçiyor. Seküler-kapitalist küresel sistem, Japonya'yı seküler-kapitalist paradigmayla hadım ettti. Şimdi, aynı şeyi Çin'e, Rusya'ya ve Hindistan'a uyguluyor.

Seküler-kapitalist küresel sistemin haksızlıklarının, hukuksuzluklarının, işgallerinin, gözyaşlarının önünde durabilecek tek ülke, Osmanlı misyonuyla ve ruhuyla donanarak yeni bir medeniyet yürüyüşüne soyunabilecek bir Türkiye'dir.

Batılılar, bu gerçeği bildikleri için Türkiye'yi aslâ kendi hâline bırakmak istemiyorlar. Yüzyılın başlarında Osmanlı'da iktidarı ele geçirten gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim "şebeke" Türkiye'yi medeniyet iddiasından vazgeçiren bir projeyi uygulamaya sokarak, önce kurumları, sonra da Türk toplumunu İslâm'dan uzaklaştıracak dünyanın hiç bir yerinde görülmeyecek bir azman bir sekülerleşme politikasını Türk toplumuna dayatmaya çalışmaktadır.

Bu "şebeke" Atatürk'ü Dolmabahçe'de bağırta çağırta öldürtmüş, Türkiye'deki güç ve çıkar odaklarını ele geçirebilecek kadar güçlenmiş ve sonunda Menderes'i idam ettirmiş, Özal'ı yok ettirmiştir; şimdi ise, Erbakan'ı süründürtmekte, Erdağan'ın burnndan getirmeye çalışmaktadır.

Küresel sistem tarafından kontrol edilen bu gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim şebeke şu ân Türkiye'de medyaya, ekonomiye ve diğer güç aygıtlarına hâkim durumdadır ve Türkiye'yi hallaç pamuğu gibi savurmaktadır. Orduyu da, milletin iradesi demek olan siyaseti de yıpratarak Türkiye'de fitne fesat yohumları ekmekte, toplumu kamplara bölmekte, bunun için de küresel ağababaların en temel stratejisi olan İslâm'ı şeytanlaştırmak için her türlü yalanı, talanı, numarayı mübah görmektedir.

Şebeke'nin hedefi, seküler-kapitalist paradigmaya karşı yegâne alternatif medeniyet sıçramasını gerçekleştirebilecek potansiyele sahip bir Türkiye'yi İslâm'ı iddialara dayalı bir medeniyet yürüyüşüne soyunmaktan uzaklaştırmak ve bitirmektir.

Türkiye, bu şirret şebeke'den yakasını ve her şeyini kurtaramadığı sürece rahat yüzü görmeyecektir.

Kaynak: Yeni Şafak