Büyük güçler Kuzey Kore'nin pazartesi günü gerçekleştirdiği nükleer silah denemesini mümkün olan en sert ifadelerle kınadı. ABD Başkanı Barack Obama Hiroşima ölçeğindeki yeraltı patlamasını 'uluslararası hukukun pervasız ihlali' diye niteledi ve Kuzey Kore'ye karşı (sanki bu ülke Pasifik'te bir askeri devmiş gibi) 'ayağa kalkılması' çağrısında bulundu; Kore'nin eski emperyalist efendisi Japonya'ysa denemeyi 'aleni bir suç' diye tanımladı; Kuzey Kore'nin yıllar boyu acı çekmiş müttefiki Çin bile olan bitenlere 'kesinlikle karşı' olduğunu ilan etti.
Protestolara Kuzey Kore'nin cevabı yeni füze denemeleri olurken, BM Güvenlik Konseyi üyeleri daha sert yaptırımlar için kolları sıvadı ve Güney Kore ABD'nin kitle imha silahı taşıdığından kuşku duyulan gemilerin engellenmesini öngören girişimine dahil oldu. Pyongyang böyle bir adımı savaş nedeni sayacağını çoktan belirtmişti. Böylece dün, Kore yarımadasını mezarlığa çeviren savaştan neredeyse 60 yıl sonra Kuzey Kore savaşı sona erdiren ateşkesle artık bağlı olmadığını açıkladı ve gemilerine yönelik tüm arama veya el koyma girişimlerine 'güçlü saldırı'yla cevap vereceği uyarısında bulundu.
Bu yola bizzat Bush itti
Koparılan bütün bu yaygaranın, daha önceki atışmalarda olduğu gibi kuru gürültüden ibaret kalmasını umut edelim. ABD bile Kuzey Kore'nin, yaklaşık 30 bin Amerikan askerinin bulunduğu ve Amerika'nın nükleer şemsiyesi altında olan güneye karşı herhangi bir saldırı tehdidi oluşturduğuna inanmıyor.
Fakat son günlerde fazlaca dile getirilen, Kuzey Kore'nin nükleer silah elde etme çabasının mantıksız olduğu düşüncesi açıkça abestir. Neticede Soğuk Savaş'ın bitiminden bu yana ABD'nin rejim değişikliği hedeflediği, eski başkan George W. Bush'un 2002'de şer mihveri üçlüsüne dahil ettiği ve Clinton yönetiminden aldığı 'hasmane niyetler beslenmediği' garantisinin halefi tarafından açıkça geri çekilmesine tanık olan bir ülkeden söz ediyoruz.
Nisan 2003'te Kuzey Kore, ABD ve Britanya'nın Irak'a yönelik saldırısından aşikâr sonucu çıkardı. Kuzey Kore'nin o dönemdeki yorumuna göre Irak savaşı, "Denetimler yoluyla silahsızlanmaya izin vermenin savaştan kaçınılmasına yardımcı olmak bir yana, onu ateşlediğini" gösterdi. Kuzey Kore'nin buradan vardığı kaçınılmaz nokta, dünyanın yegâne süper gücünün diz çöktürmeye ahdettiği ülkelere yönelik saldırıları ancak 'muazzam bir askeri caydırıcı gücün' önleyebileceğiydi.
Ders bundan daha açık olamaz. Bush'un 'mihver' ülkelerinden Irak, ki kitle imha silahına falan sahip değildi, istila ve işgal edildi; halihazırda bir miktar nükleer kapasiteye sahip olan Kuzey Kore'ye dokunulmadı ve gelecekte saldırıya uğraması güçlü ihtimal; öte yandan halen nükleer kapasite geliştirme sürecindeki İran'a gerek ABD gerekse İsrail'den saldırı tehditleri sürüyor.
Elbette Obama yönetimi selefinden farklı bir hikâye; daha önce Kuzey Kore'yle diyaloğu canlandırmaktan dem vurmuştu ve nükleer silahsızlanma konusunda memnuniyet verici sözler söylüyor. Bu sözlerin Pyongyang'daki cebi delik hanedanlık otokrasisini (ki ABD'nin tutmadığı sözlerinden ve güney komşusu-nun sergilemeye başladığı kabadayılıktan bunalmış bir yönetim bu) etkileyip etkilemeyeceği kuşkulu görünüyor. Ne olursa olsun, fazla ileri gittiğinde, rejimin 2006'daki şuursuzca denemesini, artık sorgusuz sualsiz nükleer bir güç olduğunu kanıtlamak için tekrar sahneye koyacağı kesinlikle belliydi.
Çifte standart apaçık ortada
Bununla birlikte Amerika'nın atış menzilindeki ülkeleri kendi güvenlikleri için nükleer silah edinmek yönünde güçlü bir çabaya iten şey, ABD'nin 1990'ların başından itibaren başka ülkeleri işgal etmek yönünde giderek daha fazla heves göstermesinden ibaret değildi. Ciddi silahsızlanmaya ilerlemek konusundaki sürekli başarısızlıklarıyla bütün başlıca nükleer silah sahibi ülkelerin varlığı, nükleer silahların yayılması için tek başına yeterli ve en büyük sebep haline gelmiş durumda.
Mesele Batılıların, nükleer kulübe geç katılanların 'yasadışı silahlarının dünya barışı için oluşturduğu tehdide' dair yaptıkları her açıklamada sergiledikleri akıl almaz ikiyüzlülükten de ibaret değil. Veya İran'la Kuzey Kore 'kuralları ihlal ettiği' için yaptırıma ve ambargoya maruz bırakılırken İsrail, Hindistan ve (şu an iç savaşın eşiğine gelmesine karşın nükleer silah stoğunu artıran) Pakistan'a gösterilen nükleer hoşgörüdeki çifte standart da değil. Mesele, nükleer silah sahibi ülkelerin Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması uyarınca 'tam silahsızlanma'yı müzakere etme yükümlülükleri; ayrıcalıklı statülerinin tek meşruiyeti de bu.
'Sigorta' isteği gayet mantıklı
Ancak gerek ABD gerekse Britanya, böyle bir şeye kalkışmak şöyle dursun, yeni nesil nükleer silahlara yatırım yapıyor. ABD ve Rusya'nın stratejik nükleer cephaneliğinde yeni kesintiler yapmak yönündeki en son planlar kabul edilip uygulansa bile, bu iki eski hasım süper güç, bırakın küresel çatışmanın küçük aktörlerini, birbirlerini haritadan silmeye yetecek binlerce savaş başlığına hükmetmeyi sürdürecek. Öyleyse, artık anlaşmanın imzacısı bile olmayan ve bu yüzden hiçbir kuralla bağlı sayılmayan Kuzey Kore veya nükleer korunma arayışındaki başka bir ülke bu planlara niye silahsızlanma sebebi muamelesi yapsın ki? Cevabı tanrı bilir.
Obama'nın geçen ay Prag'da 'nükleer silahsız bir dünya'ya yönelik yaptığı dramatik çağrıya, böyle bir hedefe 'çabuk ulaşılmayacağı - belki bunu görmeye ömrümüzün yetmeyeceği' şeklindeki uyarı eşlik ediyordu. Fakat eğer nükleer silahların toplu yayılımı durdurulacaksa, bir ömürlük süre çok fazla.
Bu ay başında görevini bırakmaya hazırlanan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed Baradey Guardian'a şunu söylüyordu: "Büyük güçler radikal şekilde silahsızlanmazsa, nükleer silaha sahip ülke sayısı birkaç yıl içinde iki katına çıkacak; nükleer silah kapasitesini edinen, fakat silah üretme aşamasına geçmemeyi tercih eden ülkeler, 'saldırıya karşı sigorta elde etmek' isteyecek."
Tahran'a da yaptırım gelecek
Yaygın kanı, nükleer silah elde etme arzusunda olduğunu inkâr etse de, İran'ın tam da bunu yaptığı yönünde. Ve ABD yönetiminin, samimi ve dürüst müzakereler yürütmek yerine, Tahran'a karşı daha sert yaptırımlara doğru ilerlediğine dair göstergeler artıyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın geçen ay Kuzey Kore'ye, Pyongyang'la görüşmelerin 'imkânsız olmasa da, mantıksız' olduğundan söz ederken verdiği mesaj da buydu.
Aslında görüşmeler olmazsa olmaz değilse bile, arzu edilir. Obama nükleer deneme yasağı, silahların azaltılması ve nükleer materyallerin denetimi anlaşması konusunda olumlu bir gündem ortaya koymuş durumda. Fakat ABD Pyongyang'a daha fazla yaptırım uygulamak yerine, Kore'nin çok geç kalmış yeniden birleşmesi, nükleerden arındırılması ve bütün yabancı güçlerin çekilmesini hedefleyen çok daha kapsamlı müzakereler için bastırsaydı, barışa tarihi bir katkı yapmış olurdu. (27 Mayıs 2009)
Kaynak: Radikal