100 bin Türk askeri Irak sınırına yığılmışken ABD'nin askeri bir krizin önüne geçme isteği anlaşılır. Fakat, bazı Amerikalı yetkililerin önerdiği şekilde Türkiye'yi PKK'yla pazarlığa zorlamak terörü meşrulaştırıcağı gibi, Kaide'ye taviz verilmesini telkin etmekten daha akıllıca olmaz

PKK'nın Türkiye içlerinde düzenlediği büyük bir saldırıyla uluslararası bir krizi tetiklemesinin üzerinden yaklaşık iki ay, Başkan Bush'un Başbakan Erdoğan'a Washington'ın Türkiye'yi terörle mücadelede destekleme sözü vermesinin üzerindense altı haftadan fazla bir zaman geçti. Müteakip istihbarat paylaşımı ve işbirliğine dair atak görüşmeler, Türkiye'nin Irak Kürdistanı'ndaki PKK hedeflerine yönelik bu hafta sonu düzenlediği hava saldırılarında bir faktör teşkil etmiş olabilir.
Bununla birlikte Bush yönetimi (daha doğrusu onun giderek aşırı özgüvenli hale gelen Dışişleri Bakanlığı) PKK'ya karşı kötü bir diplomatik strateji izliyor; bu strateji uzun yıllardır NATO müttefikimiz olan Türkiye'ye pahalıya patlamasının yanı sıra, Başkan Bush'un 'terörizmle küresel savaş'ından geriye kalanın dinamitlenmesine de yol açabilir.

PKK peşmerge taktiği kullandı
100 bin Türk askerinin Irak sınırına yığıldığı bir ortamda ABD diplomatlarının askeri bir krizin önüne geçme isteğini anlamak mümkün. Fakat ABD Dışişleri, terörizme karşı sıfır tolerans politikası izlemek yerine Türkiye'ye siyasi tavizler vermesini telkin ediyor. Sözgelimi 13 Aralık'ta Dışişleri Bakanlığı'nın Terörle Mücadele Koordinatörü Dell Dailey şöyle diyordu: "PKK sorununun çözümünü askeri bir çözümde görmüyoruz. Bizim tercihimiz (gerek Irak Kürdistanı gerekse Türkiye içinde) siyasi çözümden yana."
Arzu edilen siyasi çözüm görünen o ki şöyle: Türkiye, PKK üyelerinin büyük bölümü için genel bir af çıkaracak ve belki Kürtçe yayın gibi bir dizi anayasal reform konusunda adımlar atacak, bunun karşılığında da Iraklı Kürtler Irak topraklarındaki PKK sığınaklarını kapatmak için harekete geçecek.
Bu dönemde böyle bir anlaşma beklemek saçmalık olur. Türkiye'nin gerek PKK gerekse Iraklı Kürt lider Mesud Barzani'ye yönelik haklı rahatsızlıkları var. Türk birliklerine karşı 21 Ekim saldırısında PKK'nın kullandığı taktikler, ABD Özel Kuvvetleri'nin Barzani'ye bağlı peşmergelere öğrettiklerini andırıyor, ABD'nin teröristlerin eğitilmesinde parmağı olduğunu ortaya koyuyordu. Böyle bir davranış diplomatik çözüme yakışır olmasa gerek.
Tüm bunlar tek yolun askeri çözümden geçtiği anlamına da gelmesin. Tam tersine ABD, Barzani PKK'yı barındırmaktan vazgeçmedikçe, tecrit ve bütün mali desteğin kesilmesi tehdidini öne sürmeli. 2003'ten beri bu tür taleplerle yüz yüze gelen Barzani, sürekli olarak daha çok zaman istedi ve diplomatik yoğunluk azaldığında verdiği sözleri sürüncemede bırakmaktan başka bir şey yapmadı.
Bugünlerde terörün 'kökenindeki sebepleri' aramak ve terörist ideolojiyi hesaba katmak moda. PKK'nın Türkiye'deki eşitsizliğin ve ayrımcılığın ürününden ibaret olduğuna inanan dışişleri yetkililerine bir anlaşma mantıklı görünüyor olabilir. Grubun ideolojisiyse böyle bir ihtimali ortadan kaldırıyor. PKK'nın kökleri 1970'lerin devrimci karmaşasına uzanıyor. Örgütün üniversiteden terk lideri Abdullah Öcalan, dönemin aydınları arasında Marksizm'in ve Maoizm'in revaçta olduğu bir ortamda yetişti ve inançlı bir devrimci haline geldi. Kürt milliyetçiliğini kendisine kalkan yapan Öcalan'ın ilk hedefi Türk ordusu değil, şiddet kullanmadan hak mücadelesi veren sivil Kürt grupları oldu.


Kaide gibi altyapıyı hedef alıyor
Ağustos 1984'te PKK Türkiye'nin güneydoğusunda isyan başlattı. Pol Pot'un Kızıl Kmerleri gibi PKK da eğitimli ve modern kesimleri hedef aldı. PKK teröristleri devlet memuru oldukları gerekçesiyle öğretmenleri infaz etti. PKK çeteleri sağlık ocaklarını yakıp çalışanları öldürdü. Sağlık hizmeti çöktü. Kaide'nin 20 yıl sonra Irak'ta yapacak olduğu gibi PKK da, devletle yerel halk arasında uçurum açmak için kritik önemdeki altyapıyı tahrip etti. 1997'nin sonuna yaklaşıldığında PKK kampanyası 30 bin hayata mal olmuştu ve bunların çoğunluğu bizzat PKK tarafından öldürülen Kürtlerdi.
Terör kampanyası siyasi tavizle değil, siyasi baskıyla neticelendi: Türkiye askeri harekâtını, PKK'yı barındıran Suriye'ye yayma tehdidi savurdu. Türk ordusu Suriye sınırına yığılınca Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'ın gözü açıldı ve PKK'nın ülkeden çıkarılmasını emretti. Öcalan Yunanistan'a sığınmaya çalıştı. ABD güçleri, bir teröristle pazarlık yapmak yerine gayet yerinde bir tutum takındı. ABD (ve İsrail) istihbaratı Ankara'ya Öcalan'ın yerini gösterdi. 16 Şubat 1999'da Türk Özel Kuvvetleri PKK liderini Yunanistan'ın Nairobi Büyükelçiliği'nin dışında yakalayıp Türkiye'ye götürdü. Bugün Öcalan İmralı Adası'ndaki cezaevinde müebbet hapis cezasını çekiyor, fakat güvenilir vekilleri aracılığıyla örgütünü kontrol ediyor.
PKK ne zaman güvenli bir sığınak bulsa, şiddeti tekrar yükseltiyor. İran Suriye'den sınır dışı edilen PKK savaşçılarını kısa süre barındırdı. Kısa süre sonra PKK kamplarını kurup tekrar teröre başladı. Türkiye buna İran kenti Piranşehr civarındaki PKK hedeflerini ve İran Devrim Muhafızları karakollarını bombalayarak karşılık verdi. Tahran arada ciddi diplomatik adımlar veya temaslara girişse de, askeri bir kırmızı çizgiyle karşı karşıya kalan ayetullahlar da geri adım attı. O dönemde bir tek ABD yetkilisi de çıkıp Türkiye'nin taviz vermesi gerektiğini telkin etmedi.


Taviz terörü körüklüyor
Ancak bugün Bush yönetimi diplomasi adı altında bunu yapıyor. Beyaz Saray Barzani'nin terör kartını kullanma kararına onay veriyor. Dışişleri Bakanlığı için Barzani'nin gerekçesini (Kürt dayanışmasının PKK'nın ezilmesine engel olması) kabul etmek saflıktan başka bir şey değil. Kürt dayanışması laftan ibaret. 1990'lar boyunca Barzani şu an koruduğu grupla savaştı. Türk meclisinin 2003'te Irak'a Özgürlük Harekâtı'na katılmama kararı almasından sonraysa fikrini değiştirdi. ABD-Türkiye ilişkilerindeki soğumayı gözünde fazla büyüten Barzani, Ankara'ya karşı sert bir çizgi izlemeye başladı. Türkiye'nin kan dökmemiş sıradan PKK mensupları için af çıkardığı dönemde Barzani vaktiyle savaştığı PKK liderlerini buyur etti. Türk yetkililer, ellerinde üst düzey PKK komutanlarının Erbil'deki hastanelerde tedavi edildiğini ve Barzani'nin yardımcılarıyla civardaki restoranlarda görüştüğünü gösteren fotoğraflar bulunduğunu söylüyor. Geçen bahar Barzani, El Arabiya televizyonuna verdiği demeçte, Türkiye içinde isyan çıkarma tehdidinde bulundu.
Barzani terörizmle suç ortaklığı yaptığını inkâr ederken, ne yazık ki bunu diplomatik kazanım elde etmek için koz olarak kullanıyor. Barzani'nin PKK'ya karşı harekete geçmesi taleplerini Türkiye'nin siyasi taviz vermesiyle bağlantılandırmak, Bush'un seleflerinin başarısızlıklarından hiçbir şey öğrenmediğini gösteriyor. Bush yönetiminin bugünkü stratejisi, Clinton yönetiminin merhum Filistin lideri Yaser Arafat'a yaklaşımını andırıyor; o dönemin dışişleri bakanlığı da Arafat'ın her boş vaadinden sonra İsrail'e, yani bizzat Arafat'ın zarar verdiği demokrasiye dönüp iyi niyetli tavizler vermesini talep ederdi. Kürt yetkililer saftirik diplomatlara PKK tehdidinin ancak Ankara'nın daha fazla taviz vermesi halinde ortadan kalkacağını söylüyor, fakat tam tersi doğru: Tavizler terörü körüklüyor.


Suriye'ye kötü örnek olur
Tam silahsızlandırma ve PKK teröristlerinin Kuzey Irak'tan çıkarılması öncesinde Türkiye'nin vereceği her taviz, Suriye ve onun Lübnanlı maşalarını, teröre verdikleri desteği çekmek yönünde samimiyetsiz vaatlere karşılık tavizler istemek konusunda yüreklendirebilir. Pakistan da yine Taliban ve Kaide liderliğine sunduğu destek ve sığınağı, hem Washington hem Kâbil'den taleplerde bulunmak için koz olarak kullanabilir.
Türkiye son yıllarda pek de iyi bir müttefik olmadı, fakat terörle mücadele politikayı aşan ittifaklar gerektirir. Her ülkenin vatandaşlarını terörizme karşı savunma hakkı vardır. Barzani diplomatlara ipek halılar veriyor, ziyaretleri sırasında mükellef sofralar kuruyor ve övgülerini güçlü Beltway lobicilerine söyletiyor olabilir, fakat PKK'ya sığınak sağladığı sürece bir terör destekçisi olacaktır. Türkiye'yi PKK veya onun aracılarıyla pazarlığa zorlamak olsa olsa terörizmi meşrulaştırır ve Hizbullah, Hamas veya Kaide'ye taviz verilmesini telkin etmekten daha akıllıca olmaz.

Kaynak: Radikal