Köyün birinde, cami avlusunda cuma saatini beklerken, dört yaşlı adamın kendi aralarında Kurban'ın anlamı üzerine giriştikleri muhabbete kulak misafiri olmuştum. Hz. İbrahim'in oğlunu kurban edişi sahnesini o kadar canlı ve birinci ağızdan anlatıyorlardı ki; o saat orada hazır bulunduklarına inanabilirdiniz.

Hikâye nakledilirken arada çıkan görüş ayrılıkları, adeta müşahitlerin dikkatlerinin ve algılarının farklılıklarından ibaretti. Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmeye niyetlendiği yer de, muhtemelen o köyün yakınındaki dere yataklarından biriydi. Olay hemen orada yeni yaşanmış ve sonrasındaki mutlu sonun ferahlığı sanki hâlâ devam ediyordu. Hikâyenin bütünü, evladı olan her babanın içinde yer alabileceği sıcaklıkta manidar bir hikâye idi. Yaşı kemâle erene kadar evlat sahibi olamayan bir baba, sonunda Allah'ın lütfu ile dünyalar kadar değerli bir erkek çocuk sahibi oluyor. Ve baba, söz verdiği için gözünden sakındığı oğlunu Yaradan'a kurban etmeye karar veriyor. Cami avlusunda hikâyeyi tartışan yaşlıların gözlerinin önünden kendi evlatlarının geçtiği, Hz. İbrahim ile güçlü bir empati kurdukları o kadar belliydi ki.

Din, her çağda özü değişmeden yaşıyor. Bu özün arkasındaki hikâyeler yine her çağda farklı anlatımlara bürünüyor. Hz. İbrahim aynı zamanda İlahî dinlerin de kaynağında yer alan kişi. Musevilik, Hıristiyanlık ve İslâm aynı zamanda İbrahimî dinler olarak biliniyor. Kurban, üç dinin de ortak hikâyesi. Farklılıklar yorumlara bağlı olarak sonradan ortaya çıkıyor. Kurban aynı kurban, ama bugün bizim bu sembolden çıkartacağımız dersler değişerek zenginleşiyor. Toplum doğal mecrasında kendi yoluna devam ederken, aynı kaynaktan doğru yeni sonuçlar çıkartacağımız değişimler yaşanıyor. Nüfusun % 85'inin kırda yaşadığı yüzyıllar boyunca, elinize bıçağı alıp bayram günü bir hayvanın kanını toprağa akıtmak kolaydı. Bugün ayağımızı basacak toprak parçası bulmakta zorlanıyoruz. Devreye hayır kurumlarının kampanyaları giriyor. Kurban aynı kurban, amaç aynı amaç, fedakârlık aynı fedakârlık. Belki "kurban" kelimesinin anlamı üzerinde yeniden düşünmemiz gerekiyor.

Kelimeleri ıstılahî anlamları içinde kullanıyoruz. Çoğu zaman kelimelerin kökenindeki anlamları, bu ıstılahî anlamı nasıl yorumlamamız gerektiğine dair önemli ipuçları verir. Kurban kelimesi, sözlük karşılığı olarak "yakınlaşma" anlamına geliyor. "Akraba" kelimesi de kurban ile aynı kökten geliyor. Kurban, adadığımız canlı hayvanın da içinde yer aldığı geniş bir toplumsal durumu sembolize ediyor. Amacımız yakınlaşmak. Bir ve beraber olmak. Birbirimizi anlamak. Bunun için bir hayvanı kesiyor ve etinin üçte birini ihtiyaç sahiplerine, üçte birini kurbanla aynı anlamı çağrıştıran yakınlarımıza dağıtıyoruz. Böylece "yakınlaşmış" oluyoruz. Öyleyse kestiğimiz hayvan, kurbanın kendisi değil vesilesi. O vesile bize bir yakınlaşma imkânı sağlamış oluyor.

Bugünün iletişimi ve ulaşımı yoğunlaşan dünyasında "yakınlaşma"nın daha ileri boyutlara taşınması gerekiyor. Komşunuzu aşarak ülkenizin diğer ucundaki insanlarla, daha ötede dünyanın öte ucundakilerle yakınlaşmak için "kurban" ibadetini vesile yapacağınız farklı imkânlar gelişiyor. Büyük şehirlerde zorlaşan ve meşakkate dönüşen "hayvan kesme" yerine, uzak diyarlarda yaşayanlarla yakınlaşmak dinin özüne daha uygun değil mi? Hem kurbanınızı dünya çapında dayanışmanın ve yardımlaşmanın güçlü bir vesilesine dönüştürüyor hem de gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşarak dinî vecibenizin heba olmasını engelliyorsunuz. Zorda olan insanlar bu vesile ile kendisine yardım eli uzatan sizin varlığınızın farkına varıyor. Sadece ulaşan yardımın sağlayacağı kısmî ferahlığı değil, hayatının bütünü ve diğer zorlukları için de yalnızlığını giderecek bir duyguyu yaşıyor. Yalnız değiliz. Birbirimizi düşünüyoruz. Ve yekdiğerimiz için yapabileceğimiz şeyler var. Dinin yaşayan gücü işte budur. Toplum halinde yaşamak ve aynı bütünün parçası olmak bu güçlü sembollerle mümkündür.

Kurban Bayramı'nın daha güçlü ve kapsamlı bir "yakınlaşma"ya vesile olması temennisiyle hepinizin bu mübarek gününü tebrik ediyorum.
 
Kaynak: Zaman