Türkiye, 12 Eylül askeri yönetimini yaşıyordu. 1983 başları olmalı.
Cumhuriyet'te Genel Yayın Yönetmeni'ydim. Başyazarımız Nadir Nadi'nin bir yazısından dolayı gazete kapatılmış, hakkında da sıkıyönetimde dava açılmıştı.
Yazı yirmi yıl öncesine aitti. 1960'da, 27 Mayıs askeri yönetimi sırasında yazmış ve yine yargılanmıştı.
Aynı yazıyı yirmi yıllık bir aradan sonra, yine bir darbe döneminde köşesine koyup da, yine mahkemeyi boylaması ve gazetesinin kapatılması üzerine şöyle yakınmıştı, yetmiş küsur yaşındaki Nadir Bey:
"Bu adam dünyaya boşuna mı geldi diyecekler."
Nadir Nadi'nin bu cümlesi, Türkiye'de uzun yıllar siyaset izleyen ve yazanlar için bir alınyazısı olabilir mi, bilemiyorum.
Ama artık benim de ara sıra bu duyguya kapıldığım oluyor. Anlaşılan yıllar geçti, geçiyor.
N'apalım?..
Doğru bildiğimi yazmaya devam etmekten başka bir işim yok!
Demokratik açılım yolculuğu başlarken bir noktayı birden çok kez vurgulamıştık.
Uzun ince bir yolda zahmetli bir yolculuk olacak demiştik.
Provokasyonlara, sabotajlara hazırlıklı olmanın taşıdığı önemin altını çizmiştik. Tuzaklara karşı uyanık olmak gerektiğini söylemiştik.
Türkiye'yi barış ve gerçek demokrasiye taşıyacak böyle bir sürecin devam ettirilmesi için siyasal kararlılık, sabır ve zamana duyulan ihtiyacı özellikle belirtmiştik.
Bugün de aynı noktadayım.
Bu zahmetli yolculuk başlarken bir noktaya daha işaret edilmişti:
Siyaset kurumunda, özellikle muhalefet cephesinde, devletin içinde, PKK saflarında, Türklerin ve Kürtlerin içinde de 'demokratik açılım'dan hiç hazzetmeyenlerin, hatta nefret edenlerin kumpaslarına karşı uyanık olmak...
Bu kumpaslar kuruluyor.
Bunlardan birini Tokat'ın Reşadiye ilçesinde yaşadık. Yedi askerin şehit olduğu kanlı saldırıyı PKK üstlendi.
Eğer Kandil, eğer İmralı, barış konusunda gerçekten samimiyse, 'kendi inisyatifi'yle bu kanlı pusuyu atan o 'PKK birimi'nin saldırısından duyduğu üzüntüyü açıkça bildirir, böyle bir saldırıyı herhangi bir belirsizliğe meydan vermeden kınar.
Ya da DTP yetkilileri, yedi askerin şehit olduğu bu PKK saldırısını sözcük oyunlarına yer vermeden apaçık protesto ederler.
Başka yolu yok, olamaz da.
Ben askere sıkılan kurşuna da karşıyım, askerin yoluna döşenen mayına da. Bunun gibi askeri operasyonlara da karşıyım.
Asker de ölmesin, PKK'lı da!
Parmaklar tetikten çekilsin!
Silahlar sussun!
Ölüm haberlerinin gelmediği bir ortamda gelin 'barış'ı konuşalım, tartışalım açık yürekle ve uzun uzun...
Kaç aydır söylediğim bu.
Bugün de aynı görüşteyim.
İnsanların ölmesinden, kan ve gözyaşı akmasından daha akıllıca bir yol değil mi bu?..
Ama anlaşılan böyle düşünmeyenler var. Şiddet şiddeti getirsin istiyorlar. Veyahut barıştan korkuyorlar.
Yazık değil mi?
Tayyip Erdoğan hükümetinin 'demokratik açılımı', rahatça söyleyebilirim, Kürt sorunuyla ilgili olarak bugüne kadar atılmış en yürekli adımdır. Cumhuriyet tarihinde, çok partili demokrasi tarihimizde bir ilktir.
Evet, hükümetin hataları vardır. Açılımın eksikleri vardır. Ama bunlara rağmen çok önemli bir adımdır.
Böyle bir açılımı boşa çıkartmak, başarısızlığa uğratmak, yazın bir kenara, Türkiye'yi bir çok bakımdan istikrarsızlaştıracaktır.
Tekrar ediyorum:
Yazık olur, böylesine bir fırsatı kaçırmak... Çünkü bu bir 'barış fırsatı'dır. Bunun alternatifi ise biraz daha kan ve gözyaşıdır.
Yeteri kadar akıtmadık mı?..
Olgunlaşamadık mı hâlâ?..
Barışı konuşamayacak mıyız?
Yoksa bizler de, bu dünyaya boşuna gelmiş bir nesil olarak mı geçeceğiz tarihe?..
* * *
Bu satırları yazdıktan sonra akşam vakti DTP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına ilişkin karar açıklandı.
Yinelemek istiyorum.
Parti kapatarak, Türkiye'yi siyasal partiler mezarlığına dönüştürerek bu ülkede barış ve demokrasinin yolu açılamaz. 
Gerçekten çok yazık.
Ancak, bu partiyi kapatan değirmene su taşınmasında DTP yetkililerinin sorumluluk, belki daha doğru deyişle sorumsuzluk payları çok büyüktür.
Acaba bu dünyaya boşuna mı geldim.

Kaynak: Milliyet