Türkiye yeni yönetimiyle bölgesel ve küresel ölçekte önemli işlere imza atıyor, vitesini gittikçe yükseltiyor. Ancak devlet aygıtı hem merkeziyetçi yapısı, hem de iç hiyerarşisi itibariyle 19. Yüzyıla göre tasarlandığından, kaplumbağa hızını geçebilecek durumda değil. Hızlanması ise uçurumdan yuvarlanabilir.
1970’lerde dahi Avrupa’da tarih öncesi kalmış Renault 12 veya Murat 131 marka araçların halen yollarda uğursuz hayaletler gibi dolaştığını, bunların ölümcül kaza haberleri ve görüntülerinin en vazgeçilmez bileşeni olduğunu herkes biliyor ve yaşıyor.
Turgut Özal’la serbest piyasaya geçmeden önce dünyada başka araçların da bulunduğunu ya ‘Alamanya’lara giden gurbetçilerimizden ya da Adalet Ağaoğlu’nun “sarı mercedesli” Fikrimin İnce Gülü romanı ve tabii ki filminden bilebilecek durumdaydık. Murat 131 ve Renault 12’ye Mercedes parası ödeyerek sahip oluşumuzun bizde eşit olma duygusu yarattığını pek sanmıyorum. Ancak bu araçları üretenler ile siyasal seçkinleri rahatsız ettiği söylenemez. Ne de olsa biri ötekini besliyordu. Daha doğrusu yollarda hayalet gibi dolaşan bu araçlar binlerce insan için tekerlekli mezar işlevi görürken, üreticileri kârlarına kâr katabiliyordu. Diğer yandan bu araçlardan farksız bir siyasal sistemle ülkeyi yönetenler de, darbeler, ideolojik sistem aygıtları ve tabii ki ülkenin farklılıklarına karşı yürütülen kirli savaşlar sayesinde güçlerine güç katabiliyordu.
Devran değişti, araçlar çeşitlendi, caddeler ve yollar renklendi. Yaşam standardı yükseldikçe seyahat standardı da yükselmeye başladı. İki gerçek değişmedi. Birincisi Renault 12 ve Murat 131’ler veya muadili/halefi araçlar yollardan temizlenmedi. İkinci gerçek ise kendi içine kapanık köylü bir toplumunu yönetme ve ona tahakküm etme aracı olarak tasarlanmış 30’lu ve 60’lı yıllardan kalan, ancak her biri için topluma ağır bedeller ödetilen siyasal düzen de değişmedi.
Şoför değişti ama...
Türkiye toplumunun kentlileşme oranı %90’lara dayanmış durumda. Ekonomisi Avrupa’nın 5. Büyük ekonomisi olma yolunda ilerliyor. Sosyal ve fen bilimlerinde ciddi ilerlemeler kaydediyor, Avrupa ile aynı göz hizasında konuşabiliyor, eskinin yarattığı komplekslerden kurtuluyor. Toplumsal ve ekonomik yönden önemli ilerlemeler kaydeden Türkiye toplumunun ulusal, bölgesel ve küresel siyasi iddiası da büyüyor. Haklılıktan beslendiği ölçüde uluslararası meşruiyeti de güçleniyor.
Herhalde bunun bir sonucu olarak şu sıralar doğu Akdeniz’de “seyrüsefer” güvenliğini sağlamak üzere Donanma ilk defa aktif bir araç olarak öne çıkıyor. Mısır, Tunus, Suriye, Filistin, Irak ve Balkanlar ekseninde yeni stratejiler üretilmeye çalışılıyor. Yani hem otobanda hız yapma, hem de engebeli arazide manevra yapmak isteniyor.
Ancak çok temel bir sorun var. Şoför değişti. Şoförün kabiliyetinden kimsenin artık kuşkusu yok. Çok iyi bir navigasyon cihazı şoföre rehberlik edebiliyor. Şoför diğer araçların ve şoförlerin zafiyetleri, hataları ve performansları hakkında iyi donanıma sahip. Ama şoförün kullanmak zorunda kalacağı araç Renault 12 veya Murat 131 ise, tüm bu olumlu göstergelerin, “start” verildiği anda işe yaramama riski yüksek.
Anayasanın ‘manevrası kısıtlı’
Anayasal düzen toplumun önemli bir kısmını, özellikle Kürtleri yok saymakta, içselleştirdiği “kutsal ve değiştirilemez” şoven referanslarıyla toplumsal barışa en büyük engeli oluşturmakta. Yani kendi toplumuna karşı bölücü olan bir anayasal düzenden söz ediyoruz. Bu düzen ayaktayken başlatılan “demokratik açılım”ın akıbeti herhalde yalnızca AK Parti’nin ve BDP’nin tutumlarına bağlı değil.
Devlet aygıtı hem merkeziyetçi yapısı, hem de iç hiyerarşisi itibariyle 19. Yüzyıla göre tasarlandığından, kaplumbağa hızını geçebilecek durumda değil. Hızlanması ise uçurumdan yuvarlandığına karine. Dolayısıyla siyasi kararların rasyonelleşmesini, yani güvenlik içinde icrasını sağlayacak bir “cooling-off” donanımına sahip değil. Yargı sistemi bütün reform çabalarına rağmen, hiyerarşik yapısı nedeniyle yalnızca “iktidar” ilişkilerine odaklandığından dolayı hem çok ağır, hem de toplumsal barışı tesis etmede yeteneksiz ve isteksiz. Ekonomi bürokrasisi ekonomik gelişimin öncüsü olmaktan çok, ona fren işlevi görmekte.
Askeri yapı ise mevcut 100 yıllık gerici anayasal düzeni ayakta tutmanın bir aracı olarak tasarlanmış ve halen ayakta.
Son gelişmeler karşısında henüz oryantasyonunu sağlayamadığından büyük siyasal iddianın arkasındaki güç olmaktan uzak bir yapı görüntüsü sergiliyor. Gerek askeri, gerekse istihbarat yapısının kendi vatandaşlarıyla uğraşmayı bırakıp gerçek görevine dönmesinin zaman alacağı açık.
Toplumsal barışa ve ekonomik gelişime engel, siyasal işleyişin hızlılığı ve etkinliğini sağlamaktan uzak, uluslararası ilişkilerde etki yaratacak araçlardan yoksun bir devlet yapılanmasıyla yola çıkarken, gerek otoyolda, gerekse arazi şartlarında her türlü manevraya imkân sunan, güvenli bir şekilde risk almayı sağlayan, şoförün tüm yeteneklerine hızla cevap verebilen bir araçta olmadığımızı hatırlatmamız gerekir. Bütün iddiamıza ve yeteneğimize rağmen, halen prehistorik bir araçta yol aldığımız ortada.
Büyük ve haklı iddiaların bunu takip edecek iyi bir kadro ve iyi vizyonerler gerektireceği tartışmasız. Ancak bunu uygulayacak araçlar yoksa başarı şansı düşüktür. Riskler ise yalnızca bize değil, trafikteki diğer aktörlere de zarar verebilir.
Değişen kazançlı çıkar
Uluslararası ve ulusal ilişkilerin ve zorunlulukların iç içe geçtiği bir dönemde, Anayasa’yı, üzerinde ulusal kavgaların yürütüldüğü, geçmişe ait kırmızı çizgiler, kabuller ve kutsalların tokuşturulduğu bir mecra olarak tanımlamak oldukça sorunlu. Zira başka bir tarihsel aşamaya geçtiğimiz dönemde darbe anayasasının değiştirilemez maddelerinde ısrar, ulusal çapta dahi yanlış olan bir haritayla dünya turuna çıkmakta ısrara benzer. Uluslararası düzlem bizi ilgilendirmez denebilir, ancak uluslararası aktörleri Türkiye ilgilendiriyor. İki kutuplu 20. Yüzyılda yaşamıyoruz. Yenilenmek kazançlı çıkmaktan öte, kesin olan bir çöküşten kurtulmanın da yolu. Bu yüzden hem iktidar, hem muhalefet, hem de diğer toplumsal otoriteler bakımından yeni anayasal düzen bir zorunluluktur.
Siyasal referanslarıyla, diliyle, kurgusu ve iskeletiyle yenilenmiş, kendi içinde barışının ve siyasal dengesinin garantisi olan bir “yeni” anayasal düzen, uluslararası gelişmelere verilecek en sağlam cevaptır
Kaynak: Star